Türkiye’de Sinemanın İlkleri Nedense Hep Son Yıllarda Oluyor!

Savaş Arslan

"Son dönemlerde sinema dünyası canlandı, birçok yönetmen ilk filmiyle bu dünyaya adım atıyor ve birçok yapımcı da bu projelere destek veriyor". Bu cümle “ama” diye devam ederek Artist ya da Yıldız dergisinin 1960’lar ya da 1970’lerde basılmış bir nüshasındaki herhangi bir yazının başlangıç cümlesi olabilirdi. Bu meşhur “ama”nın ardındansa, “Kalite yok, sanatsal nitelik yok, dünya çapında filmimiz yok.” vesaire gibi birçok olumsuzluk sıralanabilirdi. Bu semptomatik durum, aslında bugün de kolaylıkla tekrar edilebilecek bir şey. Özellikle tam da Türkiye’de sinemanın küllerinden yeniden doğduğu, 1980’lerin sonundan bu yana ilk kez yılda 70 filmlik bir tempoya ulaşılabildiği günlerde... 

“Ama” burada derdimiz bu filmlerin nasıl olduğu, kaliteleri ya da kalitesizlikleri üzerine değil de, son yıllarda ortaya çıkan bir belleksizlik, bir nisyan haliyle alakalı olacak çünkü bu filmleri çekenler ya da bunları pazarlayanlar alabildiğine atıyorlar. Sözgelimi, bugünlerde yazılar ya da televizyon haberlerine konu olan, oldukça da ilginç görünen – çünkü “curling” namlı dünyanın en saçma sporu olarak kabul edilen spor türü etrafında dönen bir hikayesi var – Süpürrr adlı filmin yönetmeniYeşim Sezgin gibi. Yeşim Hanım bu film için yola çıktıklarında filmin “sportif komedi” olduğunu düşündüklerini ve yanılıp yanılmadığından emin olmasa da, bunun Türkiye’de ilk kez yapıldığını söylüyor. Yeşim Hanımın yarattığı “sportif komedi” türü diye bir tür varsa eğer, kendilerine hemen aklımıza gelen Şenol Birol Gool (Nejat Saydam, 1965), Taçsız Kral (Atıf Yılmaz, 1965), Pembe Panter(Hulki Saner, 1975), Gol Kralı (Kartal Tibet, 1980), Pehlivan (Zeki Ökten, 1984) ya da Benim Zaferim (Ünal Küpeli, 1991) gibi filmleri hatırlatsak bile bu semptomatik durum, yani nisyan aromalı bir prematüre hali sembolik bir yokluğa işaret etmesiyle oldukça ilginç görünüyor.

 

Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir habere göreyse de, 2009-2010 sezonunda 70 kadar film gösterime girecek diye bir yaygara kopuyor ki, sormayın. Bundan çokça heyecanlanan AA muhabiri Burcu Bilgin’in “Türk Sineması Tarihi Rekora Koşuyor” başlıklı haberine göre “Türk sinema tarihinde ilk kez bu kadar fazla sayıda yapım vizyona girecek.” Haydi diyelim ki bu imkansıza teğet geçen durum hasıl oldu ve bu filmlerin hepsi bir şekilde salon buldu. Ama haber burada da durmuyor ve Kültür Bakanlığı’nın Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik’in de yorumlarını aktarıyor. Çelik, geçen sezon en çok hasılat yapan on filmin de yerli film olması üzerine demiş ki, “Bu, gişe başarısı olarak inanılmaz, hiç görülmemiş bir şeydir ve çok sevindiricidir.”

Elbette Türkiye’de sinema sektörünün 1990’lardaki nekahat döneminin ardından yeniden canlanmış olması, yeniden gişede yerli filmlerin hakim olmaya başlaması gibi durumlar bizi de mutlu ediyor. “Ama,” bu durumun, yani Türkiye’de piyasaya Amerikalı yapım ve dağıtım şirketlerinin (Warner Brothers ve United International Pictures) girmesinin ardından tutulmaya başlayan istatistiklerin ortaya çıkarttığı göstergelerle büyük iddiaların öne sürülmesi asıl sorun çünkü Türkiye’de sinema tarihi bu istatistik döneminden çok daha derin ve fazla bir tarihi içeriyor.

Evet, bellek nankördür çünkü biz geçmişimizden kötü detayları hatırlamayı sevmeyiz. Onun yerine çocukluğumuzun en güzel anlarını hatırlar, hep geçmişi bir özlemle anarız. “Ama” bellek o kadar da kötü değildir, çünkü bugünü pazarlamak için geçmişi unutanları bize daima hatırlatır. Evet, belki Türkiye sineması tarihi, bir bilgi, veri ve istatistiksizlikler tarihi. Evet, belki şu an yeni bir şey yaptığını düşünen her sinemacı bu coğrafyadaki sinema tarihini bilmek zorunda değil. Evet, belki şu an sinemanın küllerinden yeniden doğması kutlanacak bir şey. “Ama” bu durum hiç bir şekilde nisyanı içermemeli. Yılda çekilen filmin 60-70 olduğu bir dönemin bürokratı, yılda çekilen filmin 200’lerin üzerinde ve hatta 300’ü gördüğü yılları unutmamalı. Yılda satılan biletin Türkiye nüfusunun yarısı kadar olduğu bir sinema dönemi, yılda satılan sinema biletinin Türkiye nüfusunun yedi sekiz katı olduğu yılları unutmamalı. “Ama” hafıza-ı beşer nisyanla maluldür.

Biraz hatırlatma babında Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo’nun toparladığı birkaç rakamı aktaralım. Yeşilçam’ın emeklemeye başladığı yıllarda, 1950’de gösterime giren toplan 252 filmin yalnızca 23’ü yerli filmken, satılan toplam bilet yaklaşık olarak 12 milyon; 1959’da ise 345 filmin 95’i yerli ve satılan bilet 25 milyon. Televizyonun olmadığı bu dönemde yılda satılan bilet sayısı yaklaşık olarak Türkiye’nin nüfusu kadar. Yani kişi başına yılda bir bilet satılmış. 1978 yılına gelindiğindeyse, yalnızca yerli filmlerin toplam bilet satış sayısı, 58 milyon. Yeşilçam’ın çökmeye başladığı dönemde ise, sözgelimi 1985 yılında yine satılan bilet sayısı yaklaşık olarak Türkiye’nin nüfusu kadar. Yeşilçam’ın bitip artık bu memlekette sinema bitti diyenlerin bollaştığı dönemlerden 1992 yılında ise 3 milyon bilet satışı söz konusu. Şimdi bugünlerde sinema canlandı, artık Türkiye’de post-Yeşilçam ya da yeni sinemadan bahsediliyor. Birçokları ise bu yeni dönemi Yeşilçam’ı unutarak biliyorlar ve ilk kez bu kadar film izleniyor, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en çok izlenen filmleri bu dönemde çekildi diyorlar ya.

Biraz da güncel rakam aktaralım. Sözgelimi, 2006 yılında satılan toplam bilet sayısı 35 milyon. Türkiye’nin nüfusu ise 70 milyon. 2006 yılında sinema sayısı 400 civarındayken, salon sayısı 1300 civarında. Ülkedeki toplam koltuk sayısınınsa yarıya yakınını uluslararası şirketlere ait zincir sinemalar kontrol ediyor. Son yıllarda çekilen ve gişede 2 milyonun üstünde seyirci çekmiş yerli filmlere bakacak olursak da, bunların da neredeyse yarısının dağıtımını WB ya da UIP gerçekleştirmiş.

Sermayesi yerli ama yeşil olmayan Yeşilçam’ın en iyi yıllarını yaşadığı dönemde, sözgelimi 1970 yılında, 2242 sinema salonunda gösterime giren yerli film sayısı 224 ve satılan bilet sayısı ise 246 milyon. 1970 yılında Türkiye’nin nüfusu ne? Yalnızca 35 milyon. Şimdi dört milyon seyirci çeken filme Türkiye’de ilk film gösterildiğinden bu yana en çok izlenen film muamelesi yapıyorlar ya, diyelim ki 1970’te her filme eşit sayıda seyirci gitmiş olsun. Basit bir matematik işlemi bir şeyler anlatır umarım: 246 milyon bölü 224, eşittir... Duyamadım... Süpürrr!.. Sözüm meclisten dışarı, “ama” eşittir yani...