Yılmaz Güney Filmlerinde Batı Sinemasının Etkileri II

İlker Mutlu

Dizide ele alacağım ikinci film, “Çirkin Kral” mitosuna çok şey katan ve Yılmaz Güney’in daha sonra çeşitli filmlerde tekrar kullanacağı, az konuşan, kirli sakallı, ağzında her daim bir şişe, kavgacı, attığını vuran Konyakçı figürünün ilk defa yer aldığı On Korkusuz Adam olacak. On Korkusuz Adam, esinini Akira Kurosawa’nın başka ülkelerde de uyarlamaları yapılmış ve en meşhurları da The Magnifıcient Seven (Yedi Silahşörler, 1960, John Sturges) olan Shinchinin No Samurai (Seven Samurai / Yedi Samuray, 1954) alan, zamanında hasılat rekorları kıran ve ikinci derecede bir rolde olduğu halde, Güney’i filmin diğer yıldızlarının önüne geçiren bir yapımdı.


ON KORKUSUZ ADAM (1964) / THE MAGNIFICIENT SEVEN (1960)


ON KORKUSUZ ADAM

YönetmenTunç Başaran

Senaryo: Recep Ekicigil

Oyuncular: Tamer Yiğit - Yılmaz Güney – Oktar Durukan – Işın Kaan – Adnan Şenses

Yapım: Artist Film



On Korkusuz Adam  (OKA), Kıbrıs’ta Rum çetecilerin işgali altındaki bir köyün yardımına gitmek üzere Antalya’da toplanıp yola çıkan on adamın macerasını anlatır. Film, kostüm, tiplemeler ve davranışlar açısından tipik bir westernin tüm öğelerini taşır. Öyküsü, kendi de bir Yedi Samuray uyarlaması olan Yedi Silahşörler filminden alınmadır.



THE MAGNIFICIENT SEVEN

YönetmenJohn Sturges

Senaryo: William Roberts (Akira Kurosawa’nın Shichinin no Samurai adlı filminden)

Oyuncular: Yul Brynner – Eli Wallach -  Steve McQueen – Charles Bronson – James Coburn

Yapım: John Sturges (The Mirisch Corporation)


 

The Magnificient Seven  (TMS), özgün yapısıyla bir uyarlama olduğunu unutturan, çok tutulmuş ve üç devam filmi, hatta televizyon dizisi de yapılmış, artık klasikleşmiş bir westerndir. Bir Meksika köyü Calvera (Eli Wallach) ve çetesi tarafından sürekli soyulmakta, tehdit altında tutulmaktadır. Köylüler korunmak için tutabilecekleri silahşör arayışına girerler. Arayışları onları iki işsiz silahşör olan Chris (Yul Brynner) ve Vin’e (Steve McQueen) ulaştırır. Onlara James CoburnCharles Bronson ve Robert Vaughn'un da aralarında bulunduğu beş kanun kaçağı daha katılır ve böylece muhteşem yedili tamamlanır. Muhteşem Yedili köy halkını kurtarıp tekrar özgürlüğüne kavuşturmak için güçlerini birleştirir.

TMS, Calvera’nın köye yaptığı talan ziyaretlerinden biri ile başlar. Köylüler ondan hayli korkmaktadır ve Calvera onların ellerindekileri kendi malıymış gibi rahatça toplar. Hatta evine girdiği köylüye yaptığının haklı olduğuna, bunun adının yaşam mücadelesi olduğuna dair vaaz verir. Toplanıp ayrılırlarken elindeki orakla kendisine saldırmaya kalkışan bir köylüyü vurur ve tekrar geleceğini söyleyerek, çetesiyle doludizgin, köyden ayrılır.

Dr. Nihat OlayıOKA  da bir çetenin saldırısıyla başlar, ama bu defaki bir Rum çetesidir ve mekan Kıbrıs’tır. Mehmet Ali Akpınar’ın canlandırdığı Gregorias önderliğindeki çete, Türk köylerine saldırılar düzenlemektedir. Daha ilk sahnede, 1963’teki saldırıların artık simge görüntülerinden birini oluşturan, Binbaşı Doktor Nihat İlhan’ın eşi ve iki çocuğunun sığındıkları banyo küvetinin içinde hunharca katledilmeleri canlandırılır.Hemen peşinden akmaya başlayan jenerik boyunca, artistlerin görüntüleri ve isimleri yanında, dönemin gazetelerinin baş sayfalarının resimlerinde o zamanın gelişmeleri verilmektedir. Filme dönüldüğünde, saldırıları devam etmekte olan ve ihtiyar bir köylüyü sorguladıklarında hedeflerinin köylüyü silahlandırmaya Gregoriasçalışan Halil’i (Tamer Yiğit) bulmak olduğunu öğrendiğimiz çeteciler köylüden yanıt alamayınca onu döver. Dayanamayan bir köylü, Gregorias’a saldırır ve sonuTMS’deki sekansta vurulan Meksika köylüsüyle aynı olur. Gregorias, geri döneceklerini, o vakte kadar köyü terk etmelerini söyler ve ayrılır. Zulmün ardı kesilmez tabi. İhtiyar adamı tarlasında vururlar. Babasına sarılan genç kız (Sevda Ferdağ) intikam yemini eder. Yine çetecilerden birkaçı da köylü kızlardan ikisine (Selma Güneri ve sinemamızda tüm zamanların en güzel gözlü aktrislerinden biri olan Devlet Devrim) tecavüz eder.

Bu arada Gregorias Halil’i bulur. Onu dövdürür ve kendisiyle birlikte dağa çıkanların yerini söylemeye zorlar. Genç direnince, esir köylülerden birkaçını getirtip, söylemezse onları uçurumdan atacağı tehdidinde bulunur. Halil konuşmamakta direnir ve Gregorias her seferinde Halil’e cevabını sorup, o sessiz kaldıkça uçurumdan bir köylüyü attırır. Halil bir boşlukta adamların elinden sıyrılır ve intikam için döneceğini söyleyerek, uçurumdan denize atlar. Arkasından ateş eden Gregorias onun öldüğünü düşünür.

TMS’de ne kadar Calvera’dan hala korkuyor olsalar da artık canlarına tak etmiş olan köylüler, bu durumdan kurtulmanın yollarını beraberce arar ve sonunda köyün yaşlısının tavsiyesiyle başkaldırmaya karar verirler. Ancak ne silahları, ne de cesaretleri ve savaş bilgileri vardır. Köyü temsilen üç kişi, varlarını yoklarını yanlarına alarak, çözüm bulmak üzere sınıra doğru yola çıkar.

Üç Ahbap KöylüOKA’da ise, başkaldırı bir bakıma daha bireysel başlıyor. Yani, evet, yine canına tak demiş köylü topluluğu var burada da, ama direnişe öncelikle karar verip, çözüm için yola çıkan kişi, bir başına Halil oluyor. Bizde ayrıca tecavüz sahnelerine ve daha fazla vahşete yer verilmesi, henüz sıcak olan gerçek olaylara vurgu yapma arzusundan olmalı.

Halil, kendisine geldiğinde bir teknenin içinde yatmaktadır. Rüstem (Işın Kaan) ve kız kardeşi (Tijen Par) onu kurtarmıştır. Bu tekne bir Türk teknesidir ve sahibi olan Rüstem de Kıbrıs olaylarını bilmekte ve bunlardan rahatsız olmaktadır. Halil arkadaşlarını kaybettiğini ve yeni bir ekip oluşturmak için Antalya’ya gideceğini söyleyince, Rüstem ilk gönüllünün kendisi olduğunu söyler ve iki adam, ekibi toplamak üzere yola çıkar.

TMS’de bizim ikilimize karşılık gelen ikili olan Chris Adams (Yul Brynner) ve Vin (Steve McQueen) ise, bir medeniyet krizi (!) neticesinde yollarını birleştiriyorlar: Meksikalı köylülerimizin vardığı sınır kasabasında bir ölünün cenazesi, adam zenci olduğu için kaldırılmamaktadır. Cenazeyi mezarlığa götürmeye kimse cesaret edemez. Olayı izleyenler arasındaki Chris işe talip olur. Macera arayan bir tip olduğu hemen belli olan Vin de tereddütsüz yanına atlar. Araba ilerlerken tüm meraklı kasaba halkı ve bizim Meksikalılar gibi macera peşindeki, silahşörlüğe hevesli bir genç olan Chico da (Horst Bucholz) onları takip etmektedir. Neticede mezarlığa varılır ve orada geçen kısa bir çatışmanın ardından ikili karşılarındakilere üstün gelir ve ölü gömülür. Köylüler aradıkları adamları bulduklarına karar verirler ve Chris’i ziyaret ederler. Ona durumlarını anlatırlar. Hallerinden etkilenen Chris, onlara bizzat katılarak değil, ama silahşör aradıklarını etrafa yayarak yardımcı olabileceğini söyler. Dediğini de yapar ve köylülerle birlikte bir mekanda başvuracak kişileri beklemeye başlar.

Halil ve Rüstem, arayışlarını sürdürdükleri Antalya’da bir pazar yerinde diğer satıcıların haksız saldırısına uğrayan bir köylüyü kurtaran Ali Osman (Özkan Yılmaz) ve Konyakçı (Yılmaz Güney) ile karşılaşırlar ve cesaretlerinden etkilenirler. Ali Osman’la gözden ırak konuşur ve onu ikna ederler. Artık üç kişidirler.

Yılmaz Güney’in Konyakçı olarak göründüğü bu ilk sahne, aslında sinemamızın da dönüm noktalarından biridir. Çünkü, İkisi de Cesurdu ile seyircisine ulaşmanın ilk adımlarını atan Güney, bu defa, hem de rolü göreceli olarak az olduğu halde, şeytanın bacağını kırmıştır. “Burada çizdiği Konyakçı tipi, Güney’i bir anda yıldız yaptı. Halbuki Konyakçı, film boyunca hiç konuşmayan, şişesi sürekli ağzında, kirli sakallı, kovboy şapkalı, genelde geri planda gezinen bir tiplemeydi.” (Yılmaz Güney Westerni - İlker Mutlu, Sinema, Aralık 2003)

“Bu, seyirciyle Yılmaz Güney arasında sempatik bir yakınlaşma sonucuydu. Konyakçı tipi Yılmaz Güney’in tutarlı olması için belki de bir vesileydi. Asıl gerçek halk içinden gelmiş basit görünüşlü bir kişinin halkın sözcülüğünü yapmasıydı. İşte bu sözcü toplumun alt katında yaşayan seyirciyi aşağılık duygusundan biraz olsun sıyırabildi. Üstelik bu katın seyircisi bebek yüzlü jönleri tutan, genellikle evde kalmış resimli roman okuyucusu kızlardan daha az kaypaktı.” (Sokaktaki Adam ya da Yılmaz Güney, Agah Özgüç, Sinema 65, Temmuz 1965.)

Tiplemenin bu denli tutması üzerine, Konyakçı’nın hikayesi, yine Tunç Başaran’ın yönetiminde, ertesi yıl, bu defa etrafında hiçbir jön dolanmadan, tek başına devam eder (Konyakçı, 1965). “Bütün macerası bir konyak şişesine bağlanmış” olan bu sessiz kahraman, Güney’in önlenemez yükselişine en büyük katkıyı yapacaktır. Bu, sürekli sarhoş olduğu için hor görülen, ancak sonunda silahlarını kuşanıp tüm kötüleri haklayan, şapkası kaşına devrik, suskun silahşör karakterine hepimiz pek çok kovboy filminden aşinayızdır. Burada kötü adam, civar köyleri baskı altında tutan bir ağadır ve bizim ayyaş bu ağaya ve adamlarına karşı savaş açar ve zavallı köylüleri kurtarır.

Konyakçı tiplemesine yakın karakterleri de Güney tekrar kullanmıştır: Kargacı Halil (Yavuz Yalınkılıç, 1968), İbret (Yılmaz Güney, 1971).

Yeniden filmlerimize dönelim.

Chris ve Meksikalılar silahşor adaylarını beklemektedirler. İlk gelen Chico olur. Ancak Chris bu hırslı delikanlıyı kısa bir deneme ile yıldırır. Chico ardına bakmadan orayı terk eder. Mekana gelen bir arkadaşı olan Harry Luck (Brad Dexter), Chris’e kurmaya çalıştığı ekipte olmak istediğini söyler. Günün sonunda dinlenmek için gittikleri lokantada Vin de vardır. Durumu ona da anlatırlar ve Vin de onlara katılmaya karar verir. Chris ve Vin, birlikte, cesareti hakkında çok şey duydukları O’Reilly’yi (Charles Bronson) bulmaya giderler. Onu bir çiftlikte, karın tokluğuna odun keserken bulurlar.

OdunBenzer bir sahne OKA’da da var. Rüstem, dördüncü kişi olarak, eski tanıdığı cesur bir dostu olan Kadri’yi (Abdullah Ferah) önerir. Onu bir köy evinin bahçesinde, odun keserken bulurlar. Dertlerini anlattıklarında, o daTMS’deki O’Reilly gibi ikna olur ve onlara katılmayı kabul eder. İkisinin de gerekçesi aynıdır: Macera! Ekibin beşinci adamı olacak olan Suphi (Adnan Şenses) olayı barda duymuştur ve derhal onlarla olmaya karar verip, Halil’in de kalmakta olduğu, Rüstem’in evine gelir. Suphi bu mücadeleye katılmak istemektedir, çünkü veremdir ve çok az ömrü kaldığını bilir. Ancak, hastalığını diğerlerinden saklar.

Chris ve Vin, trenyolu kenarındaki bir alanda, biraz da oradaki diğer kovboyların kışkırtmasıyla, kendisiyle kapışması için bir adamın oldukça sıska olan ve kendi halinde uyuklamaya çalışan Britt’i (James Coburn) taciz edişine şahit olur. Britt, çok iyi bıçak kullanmaktadır. Adam tabancayla, Britt ise bıçakla hamle edecektir. İlkinde bilerek ıskalayan Britt, adam üzerine gelmeye devam edince, ikincisinde hedefi vurur ve oradan ayrılır. Sonra bir barda toplanan köylüler ve ekibin o ana dek toparlanan dört kişisinin konuşmalarından Chris’in Britt ile konuştuğunu ama Britt’in olayla pek ilgilenmediğini öğreniriz. O sırada bara Chico girer. Çok sarhoştur. Chris’e meydan okur, ama karşılık alamaz. Öfke kriziyle kendinden geçer. Chris tam bardan ayrılacakken, Britt karşısında belirir ve fikrini değiştirdiğini söyler. Chris’e bir dostunun kendisini beklediği söylenir. Vin’le birlikte denen yere gittiklerinde, karşılarında Lee’yi bulurlar. Lee (Robert Vaughn), oldukça şık giyinen bir silahşördür ve eldiven takmaktadır. Beladan kaçmakta olduğu her halinden bellidir ve biraz da Meksika’ya geçmek düşüncesiyle maceraya katılmaya gönüllü olur.

Halil, Kadri, Ali Osman, Rüstem ve Suphi bir şeyler yemek üzere bir içkili lokantaya giderler. Az sonra, umursamaz tavırları ve kaşlarına indirdiği şapkasıyla Konyakçı gelir ve ayrı bir masaya yayılır. Peşinden de oldukça yakışıklı ve süslü giyimli, eldivenli ve bastonlu bir bey (Tunç Oral) gelir lokantaya ve o da ayrı bir masaya oturur. Yakasında bir karanfil vardır ve bu da lakabının ‘Karanfilli’ olmasının sebebidir. Lokantadaki birkaç serseri Karanfilli’yi muhallebi çocuğu görerek ona sataşırlar. Karanfilli onları birkaç kez nazikçe uyarır ama adamlar sarhoştur ve Karanfilli’yi dövmeyi kafaya koymuştur. Nihayet tartışma alevlenir ve Karanfilli adamları evire çevire döver. Konyakçı, yine umursamazca, tek kelime etmeden şapkasını kaşına devirir ve lokantadan ayrılır. Halil’in gözü Karanfilli’yi tutmuştur. Ona bir içki ısmarlar.

Chico’nun OKA’daki muadili olan Mektepli, filmin 27. dakikasında ortaya çıkar. Halil ve Rüstem gece eve dönerlerken gencecik bir delikanlı olan Mektepli (Ercan Tekkan) birden karşılarına çıkar ve onlara Kıbrıs’ta dövüşecek adamlar aradıklarını duyduğunu ve gönüllü olduğunu söyler. Onun gençliğini gören Halil olayı yalanlar. Genç hiddetlenir ve davalarına saygı duyan, ölmeye gönüllü bir gençle alay etmeye hakları olmadığını haykırır. Rüstem çocuğun çok genç ve hassas olduğunu söylediğinde Halil, “Kıbrıs çok genç ve hassas insanların cesetleriyle dolu.” der ve artlarına bakmadan yola devam ederler. Mektepli’yle geçen bu sahnedeki tüm konuşmalar, TMS’de Chris ve Chico arasında, karşı karşıya geldikleri ilk sahnede geçen diyalogların neredeyse birebir aynıdır. Chico ile Mektepli arasındaki fark, Chico’nun şöhret hırsı, ancak Mektepli’nin memleket sevdası olmasıdır.

Meksikalı köylüler ve bir araya gelen altı adamdan beşi, sınıra doğru yola koyulurlar. Lee ile sonradan buluşmak üzere sözleşmişlerdir. Chico, yol boyunca onları uzaktan takip eder. Başta ona yüz vermeyen ekip, çocuğun ısrarından vazgeçmeyeceğini anlayınca onu da aralarına alırlar ve Muhteşem Yedili oluşmuş olur.


OKA’da Britt’e karşılık gelen Kürt Mahmut da (Erol Taş) yine ona nispeten geç bir zamanda, 29. dakikaya gelinirken karşımıza çıkar. Sahne, mizansen olarak aynıdır: Kürt Mahmut’un hakkında ileri geri konuştuğunu iddia eden bir köylü, samanların yanında kestiren Kürt Mahmut’a sataşır. Diğer köylüler ve olaya şahit olan Halil de onları seyretmektedir. Köylü, Mahmut’a bir tırmıkla saldırır. Mahmut saldırıdan sıyrılır ve adamın elinden tırmığı alır, samanlığa atar. Yine umursamaz bir tavırla kasketini kaşına indirir. Hırsını alamayan köylü yeniden tırmığa sarılınca, Mahmut bıçağını atar ve adamı kolundan duvara çiviler. Bıçak kullanmaktaki maharetinden etkilenen Halil, ona da teklifte bulunur.

Kürt Mahmut rolünü oynayan Erol Taş da Yılmaz Güney gibi, bu filmin unutulmaz karakterlerinden birini çizer. Karakteristik yüz yapısına bu role has olarak dudağına yedirdiği mimikler ve anlamlı gözleriyle yaşayan bir tiplemedir.

Halil, ekiptekilerin yeterli olduğuna karar vermiştir. Rüstem’in evinde son planı yaparlar. Ertesi gün Aspendos’ta buluşulacak ve Rüstem’in teknesiyle yola çıkılacaktır. Bu Aspendos buluşması sekansı da oldukça ilginç: Ürkütücü bir müzik eşliğinde Halil tek başına ortaya geliyor. Onu önce anfinin en üst basamağından yapılan bir çekimle görürüz. Sonra kamera onu profilden alır ve Halil merakla kimlerin geleceğini araştırırca anfinin basamaklarına bakar. Önce Rüstem ve kızkardeşi, ardından Kadri ve Ali Osman, Karanfilli ve Suphi, Kürt Mahmut gelir. Tam yedide kaldıklarını düşünürlerken, bir ıslık sesine dönerler ve merdivenlerin en tepesinde Konyakçı belirir. Aspendos’tan ayrılırlarken onları uzaktan takip eden bir çift göz vardır: Mektepli.

Akşam tekneye giderlerken, aslında amacı gizlenmek olup aynı ormana dalan İdamlık’ın (Oktar Durukan) kendilerini izlediğini sanır ve onu pusuya düşürürler. İdamlık bir kaçak olduğunu söyleyemez ve onlardan korkar. Ancak ondan hala şüphelenmekte olan ekip, onu da araya alarak yola devam eder.

Tunç Başaran’ın yönetimi filmin her anında pırıltılar içermiyor elbette. Neticede OKA, yönetmenin ilk filmlerinden biri. Örneğin karakterlerin kişiliklerini vurgulamak için gerekli gereksiz kullandığı oyunlar bazı anlarda sırıtıyor (Veremli Suphi’nin ikide bir mendil çıkarması ve Konyakçının durmadan içmesi gibi). Ama filmin genelde naif bir yapısı var ve bu acemi anlar, bütünün içinde çok da rahatsızlık vermiyor.

Tekneye varır ve İdamlık’ı bir kamaraya kilitlerler. Suphi’nin kız kardeşinin de teknede olması kahramanlarımızı rahatsız etmiştir. Ancak Suphi, öksüz olduklarını ve kardeşinin onun yanında bir erkek gibi yetiştiğini söyler. Kız da bir Türk kızı olduğunu ve gerekirse göğüs göğüse çarpışabileceğini anlatarak kendisini savunur. Bu arada Halil ile aralarında da platonik boyutta ilerleyen bir aşk başlamıştır. Kıbrıs’a yapılan tekne yolculuğu karakterlerin daha da yakınlaşmasını sağlar. Yönetmen bunu bize karakterleri ikişer ikişer aldığı sahnelerle aktarır. Kürt Mahmut’u Halil’le, Kadri’yi Suphi ile konuşturur. Film boyunca “Benim için fark etmez.” repliği dışında neredeyse hiç konuşmayan Konyakçı ve gran-tuvalet Karanfilli ise, yalnızca birbirlerine puro ve konyak vererek anlaşırlar. Bir ara İdamlık’ı kilitledikleri odaya giren Halil, İdamlık’la konuştuğunda, onun yolculuk esnasında dinlediklerinden etkilendiğini ve ekibe katılmak istediğini öğrenir. “Ucunda ölüm var.” diyerek İdamlık’ı uyarır Halil. İdamlık’ın yanıtı ise, “Ben zaten ölüyüm.” olur. Rüstem’in adamı, teknenin alt kısmında kaçak bir yolcu bulmuştur. Bu yolcu Mektepli’den başkası değildir. Onun kararlılığını gören ekip, onu da içlerine dahil etmeye karar verir.

Nihayet Kıbrıs’a çıkan ekip, koruyacakları yer olan Halil’in köyüne doğru ilerlemeye başlar. Rumların yakıp yıktığı, ahalisinin terk ettiği bir köyde konaklarlar. Rüstem kız kardeşini omzunda uyuturken, Kadri üstü açık yatmakta olan Mektepli’nin üzerine paltosunu serer. İdamlık, yattığı yerde korkuyla, gürültüyle sayıklamaktadır. Kürt Mahmut ve Halil onun başına gittiğinde, sayıklamalarından onun yanlış yere suçlanan bir kaçak olduğunu anlar. Kendisinde olmadan bağıran İdamlık’ı tokatlayarak uyandırırlar. Sabah kalktıklarında, Mektepli’yi yerinde bulamazlar. Köyü didik didik ederler  ama çocuk yoktur. Mektepli, etrafı dolaşırken rastladığı bir mezarlıktadır. Aniden bir silah sesine irkilirler ve Halil o yöne koştuğunda Mektepli’yi alnından vurulmuş bulur. Kaçmakta olan Rum katili vurur Halil ve hınçla, tüm mermisini adamın üstüne boşaltır. Mektepli, ekibin ilk kaybı olmuştur. Moralce sarsılan ekip, Mektepli’yi gömer ve yola devam eder.


Halil’in köyüne yaklaştıklarında köylü onları önce düşman zanneder ve silahla yola iner. Ancak, kafilenin başında öldü sandıkları Halil’i görünce endişeleri sevince dönüşür. Halil’in kardeşi Sevda (Sevda Ferdağ) ve küçük erkek kardeşi Ali, koşarak ona sarılırlar. Ekip neşeyle köye girerken fonda tempolu bir marş çalmaktadır! Ali, Kürt Mahmut’u çok sevmiştir. Aralarında hemen bir dostluk oluşur. Köylü kızlarından Emine (Selma Güneri) Konyakçı’ya, kardeşi de (Devlet Devrim) Suphi’ye ilgi duyacaktır.

TMS’nin yedilisi de vardığı köyde önce benzeri bir yabanilikle karşılaşır. Köy, adeta boşaltılmış izlenimi verir onlara. Bir tek köyün filmin başında da görüş alınan bilgesi çıkar ortaya ve köylülerin korktukları için saklandıklarını söyler. Bu esnada kilisenin çanı gürültüyle çalar ve halk meydana dökülür. Çanı çalan Chico’dur ve toplanan köylüleri azarlar kendilerini karşılamadıkları için. (Toshiro Mifune’nin Yedi Samuray’daki çılgın fırçasının yerini tutmuyor, ama sekans aynı işlevi görüyor.) Chris, Chico’nun bu çıkışını gördükten sonra, “Artık yedi olduk.” der. Köylü, silahşörlerin gelişini kutlamak için bir eğlence düzenler. John Sturges de burada ekibi ikişer ikişer çeşitli sahnelerde bir araya getirerek yakınlaştırır. O’Reilly, bıçağıyla kamıştan bir düdük yapar ve kendisini izleyen ürkek kız çocuğuna verir.

Bir çocuk telaşla gelir ve Chris’le oturmakta olan köylüye haydutların yakında olduğunu söyler. Chris, telaşlanan adamı yatıştırır ve bunu halledeceğini söyler. Britt’e giderek ondan, haydutlardan birini yakalayıp kendisine canlı olarak getirmesini ister. Lee de Britt’e katılır. Chico, gizlice onları takip eder. Bu arada, geride kalan ekip de silahlarını kuşanır ve etrafı kollar. Britt ve Lee haydutların kamp yerine vardıklarında, orada sadece haydutların atlarını bulurlar ve pusuya yatıp, onları beklemeye başlarlar. Bu arada geriye dönen üç haydut, Chico’yu fark eder. Chico kendini savunur ve adamlardan birini vurur. Diğer ikisini de Britt vurur. Bu üç haydut, Calvera’nın köyü izlemeleri için gönderdiği casuslardır. Köylüler bu çatışmadan korkmuşlardır. Chris, onları cesaretlendiren bir konuşma yapar ve Calvera’nın uzakta olduğunu, yakında olsa kendi geleceğini, dolayısıyla hazırlanmak ve ona sürpriz yapmak için zamanları olduğunu anlatır. Vakit kaybetmeden atış talimlerine ve köyün etrafına hendek açıp tahkimat yapmaya başlarlar. O tören gecesi köyde neredeyse hiç kadın olmaması Vin’in dikkatini çekmiştir. Gerçekten de, yediliden dahi çekinen köylüler, kızlarını köyün dışında saklamaktadır. Ormanda gezindiği bir sekansta bu kızlardan birini bulan Chico, onu atının terkisine attığı gibi köye getirir ve köylülerin ortasına indirir.

OKA’da da, Halil’le Rüstem’in kız kardeşi dertleşirken, Ali telaşla gelir ve çetecileri gördüğünü söyler. Halil, Kadri ve Osman’a köyde kalmalarını söyler; Mahmut, Karanfilli ve Rüstem’le birlikte çocuğun söylediği yere doğru yola çıkar. Bu esnada Konyakçı da dere kenarında gezinmektedir. Karşıda dertli dertli oturmakta olan Emine’yi görür ve yanına gider. Konyakçı, kulağına bir çiçek asmıştır. Onu kıza verir. Emine’nin yüzü yumuşar. İdamlık da bir uçurumun başında Sevda ile birliktedir. Devlet Devrim de mezarlıkta nöbet tutmakta olan Suphi’nin yanına gitmiştir. Bu sekanslarla Halil’in aşkına üç aşk daha katılmış olur! Ancak, muhabbetler kısa sürer, çünkü üçü de bir anda duydukları silah sesiyle irkilir, köye koşar. Köyde toplandıklarında, Haliller’in yakaladıkları bir çeteciyi getirdiklerini görürler. Kürt Mahmut adamı iterek, ortaya yuvarlar. Adamdan Rumların bir geçide doğru ilerlediklerini öğrenmişlerdir. Onlarla çarpışmak üzere silahlarını omuzlar ve yola düşerler. Geçitte, karşılarında sadece dokuz adam olduğunu gören Gregorias onları küçümser. Ancak bu ona pahalıya mal olacak ve çatışmada adamlarının yarısını kaybedip, geri çekilmek zorunda kalacaktır. Bu ekibin ilk zaferidir. Çatışma esnasında dokuzlunun her biri, diğerini birer kez kurtarır ve bu da daha da yakınlaşmalarına neden olur. Tek kayıp vermeden çatışmadan çıktıklarını anlayıp birbirlerini selamladıkları sahneye yine köye girerlerken çalan tempolu marş eşlik eder!

Chris, meydanda köylülere çekincelerini anladığını, ama kadınları Calvera bulursa, sonlarının asıl o zaman kötü olacağını anlatır. Bunun üzerine kadınlar köye geri getirilir ve adamlarımızın karnına da böylece sıcak ev yemeği girer. Ancak, onlara en iyi yemeklerini verip, kendilerinin kuru ekmek ve mısır yediklerini öğrenince, yemeklerini köylüyle paylaşırlar. Calvera, nihayet ziyaretini gerçekleştirmek üzere yoldadır. Chris dağ boyunca iyi bir gözcü sistemi kurmuştur ve haber hemen köye ulaşır. Köyün etrafı duvar ve hendeklerle çevrelenmiş ve girişe büyük bir ağ gerilmiştir. Köylü, her ihtimale karşı, mısırını da gömmüştür. İki tarafın karşı karşıya gelmesine birkaç dakika vardır!

Calvera’nun köye kırk adamıyla girdiği sekans ve OKA’daki geçitteki çatışma sekansı, hemen hemen aynı şekilde ilerlemektedir. Calvera da önce Chris’i ve Vin’i görür ve azımsar. Sonradan yedilinin gerisi teker teker ortaya çıktığında da azımsar ve önce aradan çekilmelerini, gerekirse pay verebileceğini söyler. Hatta, “Köylüleri niye soymayayım? Dinde bile yeri var: İncil’de ‘Tanrı kırpılmasını istemeseydi, koyunu yaratmazdı.’ yazar.” der ve köylüleri sürüye benzetir. Olumsuz yanıt alınca sinirlenir ve adamlarına saldırı emri verir. Köylülerin de katıldığı şiddetli bir kapışmanın ardından canını birkaç adamıyla birlikte zor kurtaran Calvera, ardına bakmadan köyden kaçar. Köylünün neşesi ve cesareti yerine gelmiştir. Akşamleyin bir araya gelen köylüler, cesaretlerini birbirlerine abartarak anlatır, iddialaşırlar. Artık Calvera’nın kendilerini rahat bırakacağını düşünmektedirler. Ancak, köyün yakınında mevzilenen üç haydut, beklemedikleri anda köye ateş açar. Yedili, onları vurmak üzere mevzilenir.

OKA’nın buradan ödünç aldığı cinsel yakınlaşma olgusunu burada Chico ile onun ormanda bulduğu kız temsil ediyor. Ona ilgi duymaya başlayan kız birkaç sahnede onun ilgisini çekmeye çalışıyor, ama Chico aslında boş olmadığı kıza karşılık vermemeye çabalıyor. Bu mevzilenme sahnesinde de örneğin, Chico bir duvarın arkasından hedefini seçmeye çalışırken kız gelir ve onunla konuşmaya çalışır. Küçük çocuklar her iki filmde de sevimlilikleriyle bu vahşi filmlerin öykülerini yumuşatmaktadır. O’Reilly’yi seven çocuklar, o pusuya yatmış, haydutları gözlerken dahi yanına gitmek isterler.

Yedili geri döndüğünde onları buluşma evinde bekleyen köylüler, Calvera’nın gitmemiş ve yeni bir saldırıya başlamaya hazırlanıyor olduğu düşüncesiyle tedirgindirler. İlk hamlenin Calvera’dan gelmesini beklemeyi kararlaştırırlar. Köylüler yediliye yemek getirmek için ayrıldıklarında, ekibin arasında hayatlarını sorgulayan bir konuşma geçer: Chico, gündüz yaptıkları çatışmadan heyecan ve gurur duyduğunu hevesle ifade etmeye çalışırken Vin ve Chris’in yanıtları bir silahşörün aslında hiçbir şeyi olmadığı olur. Konuşmanın ardından Chris, Chico’yu ona verdiği Meksika şapkasıyla Calvera’nın planlarını öğrenmesi için casusluğa yollar. Calvera ve adamları ormanda toplanmışlardır. On kadar adamını yitirmiş olan çete hınçla doludur. Chico onlarınkine benzer bir kıyafetle aralarına sızar. Onun bir yabancı olduğunu Calvera dahi fark etmemiştir. Calvera, hala daha kalabalık olduklarını ve ölen adamlarının kanlarını yerde bırakmayacaklarını söyler.

OKA’nın kötü adamı Gregorias ise, ilk çatışmadaki yenilginin ardından öfkeli halde bekleyen grubuna, yine ormanda toplandıklarında, saldırılara devam edip, köyün şehirle irtibatını keseceklerini ve aç ve çaresiz bırakarak köylüleri oradan çıkmaya zorlayarak öldüreceklerini söyler. Bu süreçte kendilerine erzak ve mühimmat da geleceğini ve daha da güçleneceklerini ekler.

Filmdeki karakterler TMS’dekilerle çokça karışmakta aslında. Bu da normal, çünkü karakter sayısını ona çıkardığınızda, ister istemez bir karakteri diğer filmdeki birkaç karaktere dağıtmak durumunda kalırsınız. Lee’nin karakteri Karanfilli, İdamlık ve Konyakçı arasında, film boyunca çok az konuşan Britt’in karakteri ise Konyakçı ve Kürt Mahmut arasında paylaştırılmış. Lee, sürekli gördüğü kabuslar ve tedirgin halleriyle İdamlık’a, süsüne düşkünlüğüyle de Karanfilli’ye ilham vermiş. Lee TMS’de korkak ve problemli olarak yorumlanıyor, ancak bizim filmde elbette korkaklara yer yok! Britt, bıçak kullanmaktaki ustalığını ve umursamaz tavırlarını Kürt Mahmut’a ödünç verirken, suskun tavrı ve ataklığı Konyakçı’ya kalıyor. Konyakçı’nın ağzından ayırmadığı konyak şişesi Lee’den hatıra.

İdamlık’ın kabustan uyanma sahnesine benzer bir olayı Lee de yaşar. Yatmakta olduğu yatağında, bir elinde içki testisi, kabus görmekte ve sayıklamaktadır. Birden korkuyla uyanır. Gürültüye koşan iki köylü, onu yatıştırmaya çalışır. Lee kendisine geldikten sonra, hipnoza girmiş gibi, içini döker. Aslında orada bulunması, düşmanlarından kaçtığı içindir. Oraya aslında saklanmak için geldiğini ve artık eskisi kadar hızlı olmadığını köylülere itiraf eder. Benzer bir itirafı İdamlık da Sevda’ya yapar: Köyün içinde nöbet tuttuğu bir sahnede yanına gelen kadına içini döker. Aslında, eşini öldürmekle yargılanan bir idam mahkumudur ve suçsuzdur. Asılmamak için kaçmıştır. Asılarak, bir suçlu gibi ölmektense, Kıbrıs’ta savaşarak ölmeyi tercih eder. O sırada ekibin gerisi, bir geçitte, Rumlara gelecek yardım konvoyunu bastırmak için pusudadır. Onların yokluğunu fırsat bilen Gregorias, köye gizlice sızar. Köylülerden bir kısmı kaleye çekilmiştir. Gregorias gafil avladığı İdamlık’ı, Rüstem’in kız kardeşini ve Sevda’yı, köyde kalan birkaç kişiyi daha esir alır. Geri kalanların nerede olduğunu sorar. Hiçbir cevap alamayınca bir ağaca ip attırır ve İdamlık’ı asacağını söyler. Sevda, İdamlık’ın önüne geçmeye çabalar. İdamlık ipe doğru yürür ve Sevda’yı soğutmak için ona, “Sana yalan söyledim. Karımı ben vurdum.” der. Geçitte korkusuzların kalan kısmı ve silahlı birkaç köylü konvoyu beklemektedir. Nihayet yaklaşan konvoyun önünü keser ve çatışarak kamyonlardaki tüm Rum askerlerini vururlar. Yüklü bir silah ganimeti ele geçirmiştirler. Halil köylülere, kamyonlarla köyü çevirmelerini, kendilerinin de doğruca köye gideceklerini söyler. Marşımız, benzeri diğer sahnelerde olduğu gibi, tabii ki burada da çalmaktadır!

Yine buluşma evinde toplanmışlardır. Harry Luck, bir yandan şakalar yaparak, daha önceki bir sahnede de yaptığı gibi, köylüleri sakladıkları değerli şeyler hakkında sorgular. Calvera’nın boşuna gelmediğini düşünmektedir. Oysa köylüler gerçekten fakirdir ve onun düşündüğü gibi bir durum yoktur! O sırada Chico döner. Calvera ve adamlarının beş parasız ve aç olduklarını ve yeni bir saldırı için hazırlandıklarını anlatır. Köylülerden bazıları korkmuş, telaşlanmıştır. Calvera’ya her şeylerini verip kendilerini affetmesini istemeyi önerirler ve yedilinin bir an önce gitmesini isterler. Ama mücadeleye devam etmek isteyen köylüler çoğunluktadır ve son sözü Chris söyler: “Pes eden kişinin mezarı hemen kazılır!” Bu toplantının ardından ayrı bir evde bir araya gelen ekip, köylünün cesaretsizliği ve köyü korumaktaki isteksizliği, çatışmalarda yedilinin yanında olmaması üzerine tartışır. Calvera’nın tepkisi köylülerden onların üstüne dönmüştür. Kimileri, zamanında çekilmenin ve köyden bir an evvel kurtulmanın en iyi seçenek olduğunu söyler. Chris ise bir anlaşma yaptıklarını ve buna sonuna kadar bağlı kalacaklarını söyleyerek noktayı koyar.

Chico, bahçede köylü kıza yaşadığı macerayı anlatmaktadır. Nasıl cesaretle kılık değiştirip Calvera’nın adamlarının arasına karıştığından ve yaşadıklarından sonra artık diğer silahşörler gibi olduğundan bahseder. Amacı kendisine ilgi duymaya başlayan kızı kendinden uzaklaştırmaktır. Onlardan biri olduğunu ve gidecekleri zaman onlarla ayrılacağını, köye bağlanıp bir çiftçi olamayacağını söyler. Ama kız onu dinlemez ve öper. Chris, köylülere bir masanın başında planını anlatır. Calvera’ya saldıracak ve en azından atlarını kaçırtacaklardır. Bu toplantının hemen ardından ekip yola çıkar. Calvera’nın kampına vardıklarında, haydutların tümünün oradan ayrılmış olduğunu görürler. Köyün dışına pusu kurmuş olan Calvera, yedilinin köyden ayrılmasını fırsat bilip içeriye girmiş ve köyü ele geçirmiştir. Yedili köye girer girmez etrafları Calvera’nın adamları tarafından kuşatılır. Calvera Chris’e, ölmekten başka seçenekleri de olduğunu söyler ve onu konuşmaya davet eder. Ona köylüleri fazla karar vermeye zorlayarak bunalttığını, kendisinin ise onlara sadece tek karar hakkı verdiğini, bu yüzden kendisini tercih ettiklerini söyler. Korkak köylülerden biri, Calvera’yı içeriye sokmuştur. Calvera yediliyi serbest bırakacaktır. Yapmaları gereken sadece silahlarını bırakmaktır. Chris silahını teslim edince, ekibin diğer üyeleri de sırayla silahlarını bırakır. Sadece Chico kahramanlık yapmaya yeltenir ama Chris’in tepkisiyle karşılaşır ve o da silahını verir.

Ele geçirdikleri silahlarla köye dönen on korkusuzun sekizi, kendilerini bekleyen sürprizden habersizdir. Köyün meydanına vardıklarında, İdamlık’ın ağaçta sallanan cesediyle karşılaşırlar. Köyde mevzilenmiş olan Gregorias ve adamları uygun anı beklerken, ellerinden kurtulan Rüstem’in kız kardeşi, kaçmaları için bağırır. Gruplar arasında kıyasıya bir çatışma başlar.

Yedili toparlanmaya başlamıştır. Chris ve Vin köylüyü umursamış olmaktan dolayı üzüntülüdürler. O’Reilly yanına gelip onunla gitmek istediklerini söyleyen ve kendi babalarını suçlayan çocukları azarlar. Silahının kendisini çocukların babalarından daha cesur yapmadığını, onların ailelerinin sorumluluğunu taşımakla asıl cesareti gösterdiklerini anlatır. Köyden ayrılıp yola koyulan ekibe eşlik eden haydutlar, yeterince uzaklaştıklarında yediliye silahlarını geri verir ve dönerler. Ancak, yedili henüz tamamen vazgeçmiş değildir. Silahlarını yeniden kuşanan ekibin altısı, geri dönüp mücadele etme fikrinde birleşir. Onları delilikle suçlayan ve terk eden kişi ise, aslında çıkarcı bir karakteri olan Harry Luck’tır. Ama dayanamayıp geri dönen ve çatışmada yediliden ilk ölen de o olacaktır. Yedilinin köye girmesiyle müthiş bir çatışma başlar. Kazma, kürek, balta, bulabildikleri ne varsa eline geçiren köylüler de kavgaya girer. Kötü adamların hepsi öldürülür, ama çatışmada bazı köylüler ve yedilinin dördü de kaybedilir. Geriye sadece Chris, Vin ve Chico kalmıştır. Köylülerle vedalaşırlar, ancak ayrılırlarken sevdiği kıza veda edemeyeceğini anlayan Chico geri döner ve yedilinin ikisi ufka doğru at sürer.

Çatışmada, Halil ve Rüstem hariç, onlunun kalan tüm üyeleri teker teker can verir. Bu ölümlerden özellikle Kürt Mahmut’unki, TMS’deki O’Reilly’nin ölümüyle paralellik taşıyor. O’Reilly, kendisine koşan çocukları çatışmaktan uzaklaştırmaya çalışırken vurulur. Kürt Mahmut da, çatışmanın ortasında kalan küçük Ali’yi korumak için kucağına alır ve onu güvenli bir yere götürmek ister. Bizimkinde bu sahne, normal olarak, fazlaca bize özgüdür: Arkadan peş peşe kurşun yiyen Mahmut, bir kez dahi sendelemeden, yüzü acıyı yansıtsa da çocuğa hep gülümseyerek, kamera onu önden çekerken ilerler ve çocuğu kurtarır, öyle can verir. Konyakçı da yine bize özgü bir sahnede, sevdiği kız vurulunca başına çöker ve onu severken arkadan haince vurulur. Bir de Karanfilli’nin ölüm sahnesi ilginç. Çatışmada çiçeği ezilen Karanfilli, yerden yeni bir çiçek koparır, yakasına götürürken vurulur. O esnada yetişen Konyakçı da ateş edeni vurur ama geç kalmıştır. Birbirlerine gülümserler ve Konyakçı, yere düşen çiçeği alıp Karanfilli’nin yakasına koyar.

OKA’da da baş kötünün ölümü TMS’deki gibi, esas oğlanın yani ekibin liderinin elinden olur. Konyakçı Gregorias’ı tam sıkıştırmışken Halil gelir ve kendisine bırakmasını söyler. Silahındaki kurşunların tümünü Gregorias’ın üstüne boşaltır. Geriye kalan Rüstem, kız kardeşi ve Halil, silahlanan köylüyle birlikte kaleye çekilir. Kaleyi sonuna kadar savunmaya kararlıdırlar ama sayıları da azdır. Son anda Türk jetlerinin gürültüsü duyulur ve film marşlarla ve Türk Kuşu’nun gösterileriyle biter!

TMSAkira Kurosawa’nın Seven Samurai filminin öykü, formül ve hatta diyaloglarının bazılarını tekrar ederken dahi, bir western olarak kendine özgü unsurları filme nasıl yediriyorsa, OKA da bize özgü özellikleriyle zaman zaman TMS’den ayrılmayı başarıyor. Bu farklar daha çok oyuncuların kendi tarzlarından ortaya çıkıyor belki, ama vatanseverliğe yapılan vurgu ve milliyetçi söylem bizim filme başka bir hava katıyor. Diğer iki filmde ise, kahramanlarımızın genel olarak aradığı şey macera! Bizimkindeki milliyetçi vurgular, ne yazık ki filmin lehine işlemiyor ve hikayede yer yer kopukluk yaratıyor.

Elmer Bernstein’ın TMS için yaptığı müzik, sinema tarihinin en başarılı film müziklerinden biri olarak kabul ediliyor ve duyulduğunda hemen tanınıyor, akılda kalıyor. OKA’da ise, dönemindeki diğer yerli filmlerdeki gibi, orijinal müzik kaygısı yok ve tutarlı bir müzik yapısı da yok elbette. Coşkulu anlarda marşlar ve diğer anlarda da çeşitli Amerikan yapımların müzikleri çalınıyor. Ama bu tuhaf karışımın da o zamanki yerli filmleri çekici kılan unsurlardan olduğu bir gerçek!

TMS’de oynayan aktörlerin sadece biri filmin çekildiği dönemde stardı: O da Yul Brynner’di. Kalanların çoğu sonradan kendi başlarına birer yıldız haline geleceklerdi. OKA’dakilerin ise, Yılmaz Güney hariç, diğerlerinin tümü o dönemde hatırı sayılır popülariteye sahiptiler. Ama film en çok da Yılmaz Güney’e yaradı. Tabi, Güney de filme.

TMS’de, ülkesi dışında, farklı bir ülkenin insanlarını kurtarmak için çarpışan silahşörler, Amerika’nın sonraki yıllarına işaret eder gibidir. Bugün de Amerika, kendisinin hiçbir şekilde ilgili olmadığı savaşlara dahil olmaya devam etmektedir.OKA ise, zulüm gören Türkler için mücadele eden Türkleri hikaye ediniyor.Sturges’in filmi westernin kahramanlık temalarıyla dalgasını geçebiliyor, hatta silahşörlerden birini, Lee’yi filmin son çatışma sahnesine kadar, katıksız bir korkak olarak görürüz. Başaran ise, bir Kıbrıs Mücadelesi filmi yapmaya soyunmuştur ve kahramanlardan hiçbirine böyle bir konum verme şansı yoktur.

Kahramanların belirgin tik ve kıyafetlerle simgelenmesi durumu, OKA’da da vardır. Örneğin, Konyakçı sürekli olarak içkisinden yudumlar, başındaki kovboy şapkasını kaşının üstünden pek kaldırmaz; Kürt Mahmut’un dudaklarındaki tik abartılmıştır; Karanfilli, kavganın en doruk noktasında dahi yakasına takacak çiçek arar; Veremli Suphi sık sık mendilini çıkarır ve kan tükürür. Bizdeki bu özellikler, sinemamızda genelde alışkın olduğumuz bir tarzda, sık kullanılmaktadır. Bu zaman zaman göze batmakla birlikte, şaşılacak şekilde filmin lehine işlemektedir. Karakterler ister istemez akılda kalmakta, filmin sahne sahne hatırlanmasına neden olmaktadır.TMS’de elbette bu derecede şişirilmemektedir karakterler. Tedirgin hareketleriyle Lee ve çılgınlıkları, kaynayan kanıyla Chico belki.

Tunç Başaran  filminin başarısının üzerine, hemen ertesi yıl, Güney’i ödüllendirircesine ve onun önünü açan bir hamle yaparak, Konyakçı’nın kendi macerasını çeker. 1965’te de, yine benzer bir öyküyü anlatan On Korkusuz Kadın’ı yapacaktır. Yılmaz Güney ise, çok sevdiği belli olan temayı Yedi Belalılar’da (Yılmaz Güney, 1970) ve Çirkin ve Cesur’da (Nazmi Özer, 1971) da kullanır. Yedi Belalılar orijinale sadık kalarak kahraman sayısını yedide tutup, kullanılan kıyafetler ve çatışma sahnelerinin kurgusuyla westerne OKA’dan daha yakın dururken, silahşör sayısının teke indiği Çirkin ve Cesur’da daha çok spaghetti western havası hakimdir. Konyakçı’yı çok istediğim halde, kayıp bir film olduğu için izleyemedim. Ama hikayenin bizde Vadiler Aslanı olarak bilinen Shane (George Stevens, 1953) filminden alındığını biliyoruz.

Bir daha bir araya gelmeleri mümkün olmayacak olan ilginç kadrosuyla On Korkusuz Adam’ı mutlaka görün derim.

Kaynaklar:

- Türk Sinema Tarihi (Scognamillo)

- Sokaktaki Adam ya da Yılmaz Güney (Agah Özgüç, Sinema 65, Temmuz 1965.)

- Yılmaz Güney Westerni (İlker Mutlu, Sinema, Aralık 2003)