Kinorama 4, 2003

Dan Yakir

Çeviren: Cem Kayalıgil

 

Luis Bunuel bir İspanyol deyişinde söylendiği gibi “yüzyılla beraber yaşlandı”; öyle ki, 1900’de doğdu ve 83’ünde, Temmuz ayında öldü. 1972’de Burjuvazinin Gizli Çekiciliği için Oscar almasının öncesinde Bunuel ödülü kazanacağını tahmin edip şerefi için 25,000 Dolar verdiğini söyleyerek film dünyasını sarsmıştı. Daha sonra da kendinden emin bir tavırla “Amerikalılar’ın dürüst işadamları olduğunu size söylemiştim,” açıklamasında bulunmuştu.

 

Bunuel hayalgücünün katıksız masumiyeti adına psikolojik çözümlemelerden kaçınıyor ve  kendi ahlaki duruş noktası da onun o çok iyi bilinen ateizminde şiddetini gösteriyordu. 1981’de Cannes Şenliği’nde onur ödülü almasının üzerine, çok sevdiği ve sıklıkla beraber çalıştığı Jean-Claude Carriere’in Le Matin’de yazdığı gibi: “O, ortaçağı bilen yegane film yapımcısı. . . ve hala da İspanya kırsalındaki o hayali ve sakin çocukluk dönemine karşı nostaljik biri. ‘O vakitler kişinin içsel bir yaşamı da olurdu,’ der Bunuel.”

 

Son on yılını, yaptığı her filminin en sonuncusu olduğunu söyleyerek geçirmişti. Arzunun O Belirsiz Nesnesi (1977)’nin ardından Carriere’nin “bir münzevinin bakış açısından kendi çağı” şeklinde tarif ettiği bir film yapmayı planlıyordu. Hiçbir zaman yapamadı. Sinema tutkunları –Meksika, Fransa ve İspanya’daki- üç döneminde çıkardığı işle teselli bulmak durumunda kalıp, Hollywood’un bir dördüncüsünü ona tanımayışına içleniyorlardı. 1981’de Fransız France Soir Magazine ile yaptığı bir söyleşisinde Bunuel, MGM’in Altın Çağının başarısı üzerine kendisini Hollywood’a çağırmasıyla Greta Garbo’nun kendi sahnesine hazırlandığı bir sete katılışını anımsamıştı. “Beni gördü,” demişti Bunuel, “a.d.’yi çağırdı; a.d. de yanıma gelip kolumdan tuttuğu gibi beni dışarı attı! Bir daha da geri dönmek istemedim. Hollywood’daki çıraklığım böyle olmuştur.”

 

Bunuel’in çok tuttuğu oyuncuları da olmuştu: Michel PiccoliJulien BertheauDelphine Seyrig ve Jeanne Moreau. İspanya’dayken ise, kimi filmlerinde çoğunlukla yönetmenin alter-egosu olarak gözüken Fernando Rey’i değil de Francisco Rabal’ı anmıştır. Aşağıda, beraber çalıştığı bazı insanların Bunuel’le olan hatıralarını bulacaksınız:

 

CATHERINE DENEUVEBunuel çok konuşmayı sevmezdi. Bu onu bedenen yorardı. Fakat aramızda sessiz bir uyum vardı. Tristana’nın çekimi Gündüz Güzeli’ninkinden daha iyi geçmişti, çünkü onda daha tatlı bir yapımcı vardı, ama asıl sebep Bunuel’in Viridiana’dan beri ilk kez İspanya’da çekim yapıyor olmaktan ötürü duyduğu mutluluktu. Bunuel hazcı biriydi. Şahane bir espri anlayışı vardı. Vurguladığı bir şey, “Her şey bir yana, psikoloji istemem!” idi. Bunu o söylediği için de içtenlikle benimsedim.   

 

JEANNE MOREAU: Onu İspanyol babam olarak kabul ettim ve ona da böyle hitap ettim. Onunla tamamen box-office kaygıları yüzünden tanıştık: Bir Oda Hizmetçisinin Günlüğü için hangi aktristi seçeceğini bilememiş, yapımcılar da beni önermişti. St.Tropez’deki bir dairede öğle yemeği için buluştuk ve birbirimizden o denli keyif aldık ki akşam yemeğini de beraber yedik. Muhteşem bir insandı. Tanıdıklarım içerisinde hiçbir sahneyi çöpe atmayan tek yönetmendi. Filmi ezbere bilirdi. “Kamera” ve “kes” dediğinde, ikisi arasında ne olmuşsa aynen korunacağını bilirdiniz. En çok hareketlerimin üzerinde dururdu. Karakterim üzerine pek konuşmazdık. Ama, hayatta da olduğu gibi, bazen başka bir şey hakkında konuşarak kendini daha iyi ifade eder, daha çok şey söylemiş olursun.

 

FRANCO NERO: Bunuel bana hep en iyisinin, seyirciye her şeyi göstermeden onun hayal gücünü tetiklemek olduğunu söylerdi. Tristana’da Catherine Deneuve’ün çıplak olarak pencerede durup, meydandan onu biraz olsun görmeye çalışan oğlana baktığı bir sahne vardı. Kamera onun yüzüne sabitleniyordu. Seksiydi, ama hiç açık vermiyordu.

 

Bütün dehaların çocuk gibi olduğunu düşünürüm. İtalyan şair Giovanni Pascoli şöyle der: “Her kişide bir çocuğun ruhu gizlidir – ruh onu terk ettiğinde o da yok olur.” Bir sabah Bunuel sete gelmiş, çantasını bulamamıştı. Bütün ekip onu arıyor, Bunuel de o bulunmadan çekimi başlatmıyordu. Çocuk gibi “Çantam! Çantam!” diye feryat edip duruyordu. Sonunda çanta bulundu, o da onu kaptığı gibi bir köşeye kaçıp siniverdi. Takip ettim ve bir de baktım ki çantasından jambonlu bir sandviç çıkarmış onu yiyor. Acıkmış yani. Beni görünce yerinden sıçradı, “Ne yapıyorsun?” dedi. “Kimseye söyleme lütfen. Acıktım... Beni görürlerse kötü örnek olurum, herkes yemek ister çünkü. Ama ben açım...” Başka bir gün de –sağır olduğunu söylerdi ama kuşkuluyum- dilsiz bir adamı çevirip “Sen dilsiz misin? Ben de sağırım!” demiş, yarım saat boyunca buna gülüp durmuştu.  

 

BULLE OGIER: Oyuncular yönetmenin fikirlerini aktaran araçlardır – ondan ötürü de ben bütün rollerimi zor bulmuşumdur. Zira yönetmene ihanet edemem. Oysa Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’nde yapacağım çok bir iş yoktu. Bunuel oyuncularını insan olarak sever, onlara iyi davranırdı; ama oyuncular olarak onlara karşı tamamen kayıtsızdı – kim neyi oynamış, ben kimmişim... Onun için önemli olan filmin senaryoyu yansıtmasıydı, çünkü her zaman bir yazar olmayı istemişti. Yazdığını birebir uygulamak zorundaydınız. Ondan hiçbir şekilde ayrılamazdınız.

 

MICHEL PICCOLI: Psikolojik açıklamalar yapmayı veya şevkinizi tartışmayı hiç sevmezdi. Çok kibar ve sevimli birisiydi; insanlara karşı çok duyarlıydı ve şahane bir espri anlayışı vardı. Bir de müthiş bir gözlem gücü. Bir hata veya nahoş bir espri yaptığınızda ya da birini incittiğinizde sizi derhal yargılardı. Onun dışında çok şekerdi – tabii o muazzam otoritesine eşlik eden durgunluğuyla. Oyuncularına karşı çok nazik davranır, incelikle tavsiyelerde bulunurdu ve onlar da onun haklı olduğunu bilirlerdi. İşi hakkında hiçbir kararsızlığa kapılmadığını bilirlerdi, en küçük bir kuşkuya bile. Gündüz Güzeli’nin bir sahnesinde Georges Marchal yakın planda merdivenlerden aşağı inerken onun da mastürbasyon yaptığını düşünebilirdiniz. Kolay değildi. Bunuel ona “Batan güneşi düşün,” demişti. Muhteşem bir şeydi: Başka hiçbir açıklama yapmazken –yalnız aşağı inmesini söylemişti- oyuncusuna onu bir güneş gibi hayal ettiğini de söylüyordu. Hayata karşı haşindi ve çok zor hoşnut olurdu. Doğuştan gerçek bir İspanyol burjuvasıydı ve çok disiplinliydi. Bütçeyi aşmadan çalışmakta epey başarılıydı, çünkü gençliğinde, özellikle ABD’deyken parasal güçlükler çekmişti. Mütevazi bir yaşam sürerdi.

 

Müthiş eğlenirdik. Çocuk gibi şakalaşır, habire aynı esprileri yapardı. Çok gerekli bir durum olmadıkça asla mektup yazmazdı. Her defasında “Bütün kabalığımla,” diyerek imzalardı. Ben kendi payıma onunla, onu yaratanın Catherine Deneuve’le ben olduğumuzu söyleyerek dalgamı geçerdim. Biz Gündüz Güzeli’ni çekene dek yıllarca filmlerini entellektüeller hariç kimse görmemiştir,” derdim. Bayağı neşelenir, onaylar, “Haklısın, teşekkür ederim,” derdi. Her zaman güler ve şakalaşırdık. Kahkahası kederinden doğar ama hiç kesilmezdi. 

 

Bir seferinde Fransız televizyonu onunla İspanya’da bir söyleşi yapmak için iki kamyonuyla gelen bir ekip yollamıştı. Onlara “Bütün bunları buraya taşımak için yaptığınız masrafla ben bir film çekerdim,” demişti. Söyleşiyi Toledo’da yapmayı tercih edeceğini söylemişti. Orayı özellikle mi sevdiğini sorduklarında “Yok canım, tiksinirim oradan. Sinek kaynar,” diye karşılık vermişti. Ona sonra EL’deSade’dan mı etkilendiğini sorduklarında, “Hayır,” diye cevapladı. Söyleşiyi yapan “Filmde adam kadının vajinasını dikiyor,” diye ısrar etti. Bunuel şöyle bir karşılık verdi: “Karın seni aldatınca gider sarhoş olursun. Bense onu sadece dikerim. Bunda da sadistçe hiçbir yan yok.”

 

Başkalarına hürmet ederdi. De Richaux’un vefatında onun hakkında konuşmak üzere radyoya gitmiştim. Ona da böyle bir şey yapmayı isteyip istemediğini sorduğumda dedi ki: “Hayır. Ölmüş dostlar hakkında asla konuşmam. Ben sadece, senin bir restorana yapacağın gibi, yıldız veririm: Sadoul, 5 yıldız. De Richaux, 4.”

Gündüz Güzeli’ni çekerken Lui dergisi için poz vermiştim ve Bunuel de bunları gördü, “Sen buna oyuncu mu diyorsun? Kukla bu yahu! Büyük oyuncu Piccoli’nin yaptığına bak! Felaket bir şey!” dedi. Dergiyi katlayıp koltuk altına sıkıştırmış, çekim boyunca da sürekli orada tutup habire atıfta bulunmuştu. Severdim onu.