38. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ

 

İlker Mutlu

 

Bu yıl 38'incisi yapılmakta olan İstanbul Film Festivali’nde bu ikinci üç günde, her biri çeşitli özellikleriyle diğerlerine üstün gelen dokuz film gördüm. İlk üç gündeki çoğu vasatta, bazıları vasatın az üstünde ilerleyen filmlerin ardından bu ikinci üç gün ilaç gibi geldi. Tam festivalin kalanının da böyle geçeceği kanaatine varıyordum ki, dördüncü günden itibaren üç gün boyunca gördüğüm dokuz film beni hakikaten çok şaşırttı. Bu yapımlar şunlardı: God Exists, Her Name is Petrunia (Teona Strugar Mitevska, 2018), Murder Me, Monster (Alejandro Fadel, 2018), Talking About Trees (Suhaib Gasmelbari, 2018), The Waiter (Steve Krikris, 2018), Shadow (Zhang Yimou, 2018), The Man Who Surprises Everyone (Natasha Merkulova & Aleksey Chupov, 2018),  Görülmüştür (Serhat Karaaslan, 2018), Kız Kardeşler (Emin Alper, 2018) ve Decembers (Enrique Castro Rios, 2018)  filmlerini görebildim.

 

Bunlardan God Exists, Her Name is Petrunia, Kuzey Makedonya, Belçika, Slovenya, Fransa, Sırbistan ortak yapımı olup, Berlin’de yarıştığından bu yana kendinden bahsettiriyordu. Otuzlu yaşlarda, “evde kalmış”, kendinden adeta nefret eden kilolu bir kız olan Petrunia, hayattan iyice yıldığı bir anda, çok da bilinçli olmaksızın denk geldiği bir Teofanya bayramı ayininde denize atılan haçı bulmak için suya dalan onlarca gençle birlikte denize atlar ve haçı bulur. Haçın iyi şans getireceğine inanılır ve gelenekte bu işi yalnızca erkekler yapar. Bu durum tüm kasabayı kızdırır. Bir kadının gelenekleri yıkıp erkeklerin önüne geçmesi olacak şey midir? Petrunia tüm zorlamalara rağmen haçı vermemeye kararlıdır. Zorica Nusheva, Petrunia rolünde harikalar yaratırken, altıncı uzun metrajını çeken kadın yönetmen Teona Strugar Mitevska da hikayeye hakkını veren bir yönetmenlik sergilemiş.

 

Murder Me, Monster, 2018’de Cannes’da dikkat çekmiş, ilginç bir Güney Amerika korkusu olarak hayli etkileyici. Deneyimli yönetmen Alejandro Fadel, esas canavar içimizde misali bir yaklaşımla seyircinin kendi korkularıyla yüzleşmesine yardımcı oluyor. Canavarı tümden görmek seyircinin ona acımaya başlamasına neden oluyor.

 

Talking About Trees, Berlin’den ödüllü, sıcak bir belgesel. Yönetmen Suhaib Gasmelbari, bazıları zamanında ülkenin önemli yönetmenleri olan yaklaşık elli yıllık dost dört adamın kurdukları Sudan Sinema Kulübü bünyesindeki mücadelelerini anlatıyor. İdealist ve o derece insancıllar ki yaptıkları tüm faaliyetleri ücretsiz gerçekleştiriyorlar. Eski filmleri toplayarak bir arşiv kurmak, artık kapalı durumdaki metruk sinema salonlarını yeniden diriltmek hayalindeler. Bu dört ihtiyarın kimi zaman komik, kimi zaman hüzünlü mücadeleleri seyirciyi kolayca avucunun içine alıyor.

 

The Waiter, oyunculuk ve reklamdan gelen Steve Krikris’in üzerinde yedi yıl uğraştığı ilk uzun metrajı. Bu Yunan filmi, takıntılı, yalnız yaşayan bir garsonun yaşadığı tuhaf macerayı ele alıyor. Kırklı yaşlarda, kendi dünyasında yaşayan garson Renos’un rutini, komşusunun ortadan kaybolmasıyla bozuluyor. Sürprizli hikayesiyle insanı sarsan güzel bir kara film örneği olmuş.

 

Shadow, Zhang Yimou’nun bu başta yeni bir Kaplan ve Ejderha vakası mı dedirten, yine aynı kılıç dövüşü türüne girmekle beraber, aslında hayli farklı yapıda bir film. Muhtelif festivallerden şimdilik 11 ödül toplamış olan Çin, Hong Kong yapımında bir kumandan, Kralın tahtını kurtarmak için kendisine benzeyen bir “gölge kumandan” yetiştiriyor. Ancak hedefine sadık kalması için de onu hep ailesiyle ödüllendireceğini söylüyor. Tablo gibi görüntüleri ve bale benzeri enfes dövüş kareografilerinin dışında usta işi bir kurguyla ilerleyen hikaye, usta yönetmenin hayranlarını yanıltmıyor.

 

The Man Who Surprises Everyone, Rusya, Fransa, Estonya ortak yapımı. Natasha Merkulova ve Aleksey Chupov’un birlikte yönettikleri film, katıldığı festivallerden on üç ödülle dönmüş. Artık son evresine girdiği kanser hastalığından dolayı iki aylık ömrü kaldığını öğrenen Igor, gerçeği kabullenip kendini salar önce, ama karısının ısrarıyla tedavi yolları aramaya başlar. Son çare olarak gittikleri şifacı ona Azraili aldatmak için kılık değiştiren ördekten bahseder. Bundan etkilenir ve Azraili aldatmak için büyük bedeller pahasına kadın kılığına girer Igor. Filmin neredeyse hiç müzik kullanmaksızın dramı aktarışına hayran kaldım doğrusu. Her bir oyuncu görevini başarıyla yerine getiriyor.

 

Görülmüştür, Serhat Karaaslan’ın üç kısa filmden sonra çektiği ilk uzun metrajı. Bir cezaevinde mahkum mektuplarını okuyup sansürleyen Zakir, bir yandan da yazarlık kursuna gider. Kurstaki bir ödev gereği sansürlediği mektuplardan birinden çıkan, mahkumlardan Recep ve karısı Selma’ya ait bir resmi alır. Bu resim onda takıntıya dönüşecektir. Başrol oyuncusu Berkay Ateş’in televizyon yıldızı oluşu beni başta uzak tuttu filmden, ama oyuncu rolün altından başarıyla kalkmış, hem de dizideki tiklerinden sıyrılarak! Ama en güzeli, uzun zamandır seyrine hasret kaldığımız Füsun Demirel’i görmekti. İyi, sürprizli bir yapımdı.

 

Kızkardeşler, Emin Alper’in Tepenin Ardı’ndan bu yana merakla beklediğimiz filmiydi. Almanya, Hollanda ve Yunanistan’ın da ortak yapımcı olduğu film, farklı yaşlardaki üç kız kardeşin kasabaya besleme olarak gönderilip, orada tutunamayarak geri gelmelerini, yine de tekrar kasabaya dönmek için taşıdıkları hırsı yansıtışlarını yetkin bir dille anlatıyor. Güçlü oyunculuklar ve başarılı mizansenle destekli filmin Emin Alper’i de aktör olarak göstermesi güzel bir sürprizdi.

 

Decembers ile Enrique Castro Rios’un kişiliğinde alçakgönüllü bir yönetmenle tanışmış olmak büyük bir keyifti. Aslen belgeselci olan ve filmi destekleyen belgesel görüntülerle de bunu bize sık sık hatırlatan yönetmen, bize ABD’nin 1989’daki Panama işgalini ve o işgalde ölen bir gazetecini ruhunun on yıl sonra geri dönerek aile arasındaki huzursuzlukları çözmeye çalışmasını öykülüyor. Bunu yaparken öyle incelikli bir sinema kullanıyor ki yönetmen, sizi alıp o diyarlara götürüyor. Özellikle tüm bir olayı özetleyen yatak odası sekansı beni adeta vurdu. Kadın kilise için hazırlanırken kendi gençliği, oğlunun küçüklüğü ve oğlunun büyük hali aynı odadadır. Anlatılmaz, yaşanır denebilecek bir sahne doğrusu.

 

Arkası var. Festival daha bitmedi…