Kılavuz 2004

Gökhan Erkılıç

 

Topu topu 6400 kadar kişinin kendi arasındaki itişme, kakışma, hesaplaşma, öpüşme, restleşme, yağlama, haddini bildirme ve sataşmaların şimdilik 75 fasikülden oluşan öyküsü olduğu halde, nedense bütün dünyanın kendine dert edinip tv ekranlarına gömüldüğü, aslında olan bitene kıyısından köşesinden de olsa ortak edilmediği seyircisinin kimisine karalar bağlatan, kimisine de naralar attıran Akademi ödülleri, bilinen adıyla Oscar ödülleri, neresinden bakarsınız bakın trajikomik bir geçmişe sahip.

 

İlk heykelcik, -böyle dememin nedeni o tarihte henüz adı konmamış olduğu için nüfusa kayıtlı olmaması- 1927-28 sinema sezonu için 1929’da verilmiş. Tarihin ilk ve son en iyi arayazı ödülü bu yılın. Sonradan cennetten kovulacak olan Chaplin, Sirk filmi için bir ödül alarak Özel Oscar geleneğinin başlamasına neden olmuş. Chaplin, “kesseniz bir daha dönmem” dediği Hollywood topraklarına 1972 töreninde eline tutuşturulan Özel Oscar için kuzu kuzu dönmüş. Kimi üstadlar, bunu Hollywood’un Chaplin önünde diz çökmesi olarak yorumluyor, yorum sizin! Bir yıl sonra da, 1952’de çektiği Limelight filmi için 1973’deki törende en iyi müzik ödülünü almış. Bunu ben de anlamadım. Tarihin ilk en iyi erkek oyuncu ödülü de bir Alman olan Emil Jannings’e gitmiş. Notlara göre, 1930 yılında hem 1928/29, hem de 1929/30 sezonu için iki kez ödül töreni yapıldığı anlaşılıyor. Bu, törenin sonraki üç yılın birinde yapılmadığı sonucunu doğuruyor. Derken, heykelcik 1931’de adıyla tanışmış. Burası tam bir hikaye olduğu için gereğini yerine getirelim: Bir varmış bir yokmuş, günlerden bir gün, Akademi çalışanlarından bir sayın bayan, bu terminatör öncesi tiplemeye bakıp, Oscar amcasına ne kadar benzediğini söylemişmiş. İşte o gün bugündür, sinema köyünün akıllısı delisi, enteli danteli bu platinyum kaplamalı zatı Oscar adıyla çağırır olmuş. -Demek ki bu işi Türkler yapsaydı ve bir hanım kızımız çıkıp, ödülün Abuzittin amcasına benzediğini pekala söyleyebilirdi!- Oscar zamanla öyle önemli işler yapmış ki göğe yükselmiş. O da yılda bir kez ortaya çıkıp, aşağıdakilerin kafasına düşecek elmaları gökten aşağıya atar olmuş. Düşüncem odur ki bu elmaların çok az bir kısmı tam isabet kaydetmiş. Bu nedenle olsa gerek, Oscar tarihi, bazılarının adları sinema kaynaklarında bile geçmeyen, bazıları ise geçse de çoktan unutulmuş filmler mezarlığı gibidir. Şaşırmayın, çünkü son yıllarda ödüle boğulan filmlerin birçoğunu, zamanı gelince, siz de tarihçiler de hatırlamayacak ve işi sinema arkeologlarına bırakacaksınız. Sanırım, Oscar amcası da, kendisini düşürdüğü bu acınası durum için, ölene dek yeğenine söylemediğini bırakmamıştır.

 

Oscar tarihine eğilmenin iyi bir yanı var, acayip eğleniyorsunuz. Tam anlamıyla bir ıvır zıvır denizinin ortasında gariplikler, saçmalıklar, anlamsızlıklar köşe kapmaca oynuyor. Kimi zaman olan bitene ağzınız açık kalıyor; trajik durumlar bile, nasıl olsa bu bir masal demeye zorlayan gerçeküstücü bir atmosferde komediye dönüşüyor. Hollywood’un penceresinden bakarsanız, bazı dönemlerde ödüllere genel bir uyum, bir uzlaşı havası hakim. Çelişkiler, bu mantığın kendine ters düştüğü durumlarda veya sinema adına doğruları bulalım dediğiniz noktada ipin ucu kaçtığı için ortaya çıkıyor. Belki de tutarlılık beklentisiyle yaklaşmak yanlış. Bu ödül, sonuçta sinemaya verilmiyor. Filmlerin ve sinemacıların gelir pastasındaki dilimleri paylaştıkları devasa bir arenada olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Kolay değil, ortada film başına 50 milyon doların altına düşmeyen ekstra bir gelir var. Sinemanın canı cehenneme durumları, işin öznel seçim ve duyarlılıklara yaslanan tarafı. Nesnel olan kendi içinde yaşanılan terslikler. Çünkü, yıllara yayılan Oscar meydan savaşlarının kimi evrelerinde, Oscarların Hollywood’a ihanet ettiğini düşündüren seçimlerde gözleniyor. Sözgelimi, Hollywood’u Hollywood yapan GarboDietrich ya da Monroe gibi nicelerini Oscar öpülmeye değer bulmamış. Zamanı gelince, Amerikan sinema tarihinin olmazsa olmazı Welles’in Yurttaş Kane filmini pas geçmiş. Çalışmak için Britanya semalarını seçen Kubrick’in filmleri Dr. Strangelove ve 2001: A Space Odyssey ise yok gibi davranılanlar arasında.

 

Hollywood’un geçen yüzyılın ilk yarısında anlatmayı en çok sevdiği ve Oscar’ın da bayıldığı öyküler, Amerikan rüyasına bandırılmış sınıf atlama, emeksiz ve zahmetsiz para ve otorite sağlama öyküleri olsa gerek. Kendisi de bir düş fabrikası olduğu için, bu öykülerde gerçeğin düşlere yenik düşmesi kaçınılmaz görünüyor. Oscar bu dönemde, dur durak bilmeksizin salon komedilerinin, müzikallerin, çok satan romanların, ilgi toplayan oyunların, gece hayatının, vamp kadınların, savaşın ve yarattığı kahramanların, mutlu aile tablosu çiziktiren aşkların ve Batı’nın uygarlaştırılma hikayelerinin peşinden koşar. Kapılarını eğlenceye sonuna kadar açarken, düşündüren ve sorgulayanı elinin tersiyle iter.

 

1950’li yıllarda Amerikan Karşıtı Çalışmaları Araştırma Komisyonu ile işbirliği yapan Oscar, komünistlikle suçlanarak çalışma hayatından dışlanan insanlara acımasız davranır. Çoğunluğu senarist olan bu adamlar, engelleri açmak için takma ad kullanmayı tercih ederler ve ortaya gülünç durumlar çıkar. Dalton Trumbo 1956 ödüllerinde kazandığı Oscarı, ancak sular durulduktan sonra, 1975’te alabilir.

 

1960’lı yılların başlarında bütün dünya birbiri ardına patlayan sinema akımları ile sarsılır ve yeni anlatım teknikleriyle deneysel ve yenilikçi bir hava hüküm sürerken, Hollywood tatile çıkmış bir playboyun rehaveti içindedir. Bir yere kadar da gelenekselci anlayışında direnir. Dönemin sonuna doğru bir kıpırdanma göze çarpar. Bunda toplumsal huzursuzluğun ve politik çöküşün de yadsınmaz katkısı vardır. Oscar, Nichols’ın Mezun’unun ve Penn’in Bonnie ve Clyde’ının gönlünü almakla yetinir. Değişimin ilk açık örneği Schlesinger’ın Geceyarısı Kovboyu olur. George C. ScottBrandoRedgrave ve Fonda gibi isimler, Oscarı politik ve toplumsal düşüncelerini açıklamak için bir platform olarak kullanırlar. Bu başkaldırı asla affedilmez. Genel çizgileriyle Oscar anlayışına aykırı duran bu dönem kısa ömürlü olur ve 1976’da sona erer. Reagan tutuculuğunun ve saldırgan politikasının 1979’daki zaferiyle Holywood eski söylemine döner ve Oscar’ın gösterişli ve yüzü genel seyirci kitlesine dönük filmleri tercih ettiği bir dönem açılmış olur. 1960 öncesinin ruhu dişlerini daha da keskinleştirerek geriye dönmüş ve gelişimin verdiği destekle bir tekno-hortlak olarak işin başına geçmiştir. Hollywood teknolojiye, efektlere ve şiddete yönelse de Oscar bu sulara girmekte son yıllara kadar süren bir direnme göstermekte. Ve yine kimi önemli filmleri gözardı etmeyi sürdürmekte.   

 

Söz, hazır gözardı etme konusundan açılmışken, bu durumun Oscar amcanın çocukluğundan kalma bir huyu, daha doğrusu huysuzluğu olduğunu söylemekte yarar var. Anlayacağınız, yedisinde neyse, yetmişinde de o! Bu travmatik yaklaşımına tanıklık edenler arasında neler yok ki... Dünden bugüne uzanacak olursak; Muhteşem AmbersonlarÇifte TazminatKızgın BoğaRight StuffNashvilleKıyametBir Cinayetin AnatomisiSıkı DostlarPiyanoUcuz RomanYedi ve İnce Kırmızı Çizgi gibileri Oscar’ın antipatik davrandığı bazı önemli yapıtlar arasındalar. Bu filmlerin yönetmenlerinin çoğu Oscar’sız bir hayat sürerken, Leone aday bile gösterilmezken, John Ford dört ödül kazanabilmiş. Ve aynı Oscar, Perde Açılıyor filmine 14 adaylık verip, Ben Hur ve Titanik filmleri 11 dalda kazanırken aşırı bir cömertlik sergilemiş. Titanik batmasaydı, bu ödüllerin ağırlığıyla batardı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bir de Walt Disney gerçeği var. Çeşitli dallarda ve doğrudan kendisine veya stüdyosuna verilen Oscar sayısı sanırım 40 civarında! Anlaşılan, Akademi üyelerinin bir yerlerinin yaş ortalaması oldukça düşük, başlarını henüz eğlenceden kaldıramıyorlar. Disney de kendi alanında uzun yıllar süren rakipsizliğinin tadını doyasıya çıkarıyor. Daha ne olsun!

 

Oyuncularda da pek farklı olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Bu alanda kopan kıyametler bir hayli farklı ve zamanında çok ses getirmiş. 1934’te Bette Davis için ödül sisteminde değişikliğe bile gidilmiş. Stüdyo patronlarının hatunlarının ödül kazanması az kaldı geleneksel hale gelecekmiş. 1943’te Casablanca’yı seyredip Bogart’ı farkedemeyenlerin ilerleyen yıllarda da bazı filmlerdeki ağırlıklarını göremedikleri oyuncular olmuş: Shirley MacLaineAnne BancroftRobert de Niro veya Whoopi Goldberg gibi. Bu arada, her nasılsa KatharineHepburn dört ödül kazanırken, Hollywood uzmanlarının gelmiş geçmiş en büyük kadın oyuncu olarak gösterdikleri Meryl Streep dört atıp bir tutturan bir performans sergiliyor. O, yine de mutlu olanlardan. Burton ve O’Toole yedi kez aday gösterilip sıfır çekenlerden. Tatum O’Neal on yaşındayken Paper Moon ile kazandığı en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü ile en genç sevindirik.

 

Oyuncu ödüllerini kazanan yabancı oyunculara gelince, onlar oyunculuk açısından daha bir üst noktada duranlar arasından çıkmış. Aralarında Laurence OlivierDaniel Day LewisGlenda JacksonVivien LeighAlec GuinnessSimone SignoretIngrid BergmanSophia LorenMaximilian Schell ve Anna Magnani var. Bazılarını anlamak ne kadar kolaysa, diğerlerini anlamak da o kadar zor!

 

Bu arada Oscar’ın siyahı sevmediği de söylenebilir. Sektörde son yıllarda giderek ağırlıklarını duyursalar da ödüllerde oransal olarak temsil edilmedikleri de, ulaştıkları konumların ise oldukça kişisel başarı öykülerine dayandığı da açık bir gerçek. Siyahlara verilen ilk ödül Hattie McDaniel’in ve 1939’da yardımcı kadın oyuncu dalında. Yıllar sonra, 1963’de Sidney Poitier en iyi erkek oyuncu ödülünü almış. Bir siyah-beyaz aşkının olanaklılığının bile ancak 1992’de Houston-Costner ikilisiyle kabul gördüğü Hollywood için Denzel Washington ve Halle Berry’nin aldığı ödüller neredeyse bir devrim niteliğinde.   

 

Oscar’ın diğer siyahları da kadınların yönetmen olanları... Anlaşılan o ki, kadın rollerini erkeklere oynatarak onları tümden sektör dışına atmanın formülünü henüz bulamayan, belki de salt ekonomik nedenlerle onlara katlanan Hollywood dinozorlarının, Oscar gecelerinde kadın yönetmenleri görmeye tahammülü yok. Sözgelimi, yaptığı işleri başarılı bulup aday listelerinde sırtı sıvazlansa da, Akademi’nin Barbra Streisand’ı yönetmenden saymadığı ve radikal çıkışlarından dolayı hoşlanmadığı biliniyor. Belleğim beni yanıltmıyorsa, bugüne kadar adları aday listelerinde geçen kadın yönetmenlerin hepsi yabancıydı: Lina WertmüllerJane Campion ve Nana Djordjadze. Evet, onlar da siyah ama haberleri yok.

 

Gelelim, son derece küçük bir azınlığı temsil eden kimileri için Oscar ödüllerindeki tek önemli kategori olan en iyi yabancı film ödülüne... Ödüllerin büyük çoğunluğu Avrupa filmleri tarafından kazanılmış. Adayların çoğunluğu Avrupa’dan başvurduğu için bunda şaşılacak birşey yok. Bu daldaki ilk ödülü, De Sica’nın Kaldırım Çocukları 1947 ödüllerinde almış. Dünden bugüne verilmiş bütün ödüllerin ülkelere göre dağılımında, her dört ödülden birini kazanmış olan İtalyan sineması liderliğini sürdürüyor. Bunda, Akademi üyelerinin köken olarak İtalyan olanlarının sayısının çok ve etkin olmasının rol oynadığını düşünüyorum. De Sica ve Fellini, aralarında Bisiklet HırsızlarıSonsuz Sokaklar ve Amarcord’un da bulunduğu dörder filmle Oscar’a boğulmuş yönetmenler. Onları üç ödülle İsveç’ten Bergman izliyor. Ülkeler sıralamasında, Amcam,Siyah OrfeZBurjuvazinin Gizli Çekiciliği gibi filmleriyle Fransa ikinci sırada bulunuyor. Fransa’nın ödüllerinin yarısı uyduruk ve çoktan unutulmuşlar arasına girmiş filmler tarafından kazanılmış. Son yıllarda Fransa çok ön plana çıkartılmıyor. Bunda, Avrupa’da Hollywood’a karşı çıkan ülkelerin başını Fransa’nın çekiyor olmasının önemli payı olsa gerek. Fransa’nın ardından açık ara farkla SSCB/Rusya, Japonya, İsveç, Çek Cumhuriyeti ve İspanya geliyor. Ödül kazanan diğer ülkeler arasında Hollanda, Almanya, Arjantin, Macaristan, Danimarka, İsviçre, Tayvan ve Bosna-Hersek bulunuyor. Umuda Yolculuk gibi bir filmin nasıl olup da ödül kazanabildiği türünden tartışmaların da yaşandığı bu kategoride çok ilginç tercihlere de rastlanıyor. Örneğin, Salvatores’in Akdeniz’inin Yimou’nun Kırmızı Fenerler’inin, Trueba’nın Güzel Çağ’ının Kaige’nin Elveda Cariyem’inin ve Hung’un Yeşil Papaya’nın Kokusu’nun, Benigni’nin Hayat Güzeldir’inin Salles’in Merkez İstasyonu’nun veya Lee’nin Kaplan ve Ejderha’sının Inarritu’nun Aşklar Köpekler’inin karşısında nasıl üstünlük sağladığı hep tartışmalı konular. Bir de 1992 adayları arasındaki Aristarain’in Dünyada Bir Yer filminin yarattığı skandal var ki böylesi ne duyuldu ne de görüldü. Filmin Uruguay adına yarışacağının açıklanmasından sonra, Arjantin haklı olarak karşı çıktı ve itirazı kabul edildi. Ancak film adaylar arasından çıkarılarak, bir bakıma Arjantin de cezalandırıldı. Akademidir ne yapsa yeridir, olacak o kadar! Bu arada, özellikle son yıllarda, bütün Avrupa’lı sinema çevreleri, ağız birliği etmişcesine, Akademi’nin Avrupa sinemasını anlamadığını, okuyamadığını ve doğru değerlendiremediğini söylüyorlar. Günaydın!

 

Son yıllarda ödül listeleri sanki Akademi üyeleri fazla zorlanmasın ve sinema dünyasının ulu manituları tarafından belirlenen esas filmi, esas oğlanı ve kızı karıştırıp şaşırmasınlar, ekranlardaki boş atıp dolu tutturan yorumcular ve evde ekranları başında kendinden geçen izleyici de Oscar-Toto’dan üç beş tutturmanın hazzını sabah uykularının rüyalarına taşısınlar diye hazırlanıyor gibi. Schindler’in ListesiForrest GumpCesur YürekTitanikAşık ShakespeareAmerikan Güzeli ya da Gladyatör filmlerini anımsamanız yeter. Ödüller açıklandığında, günler ve haftalardan beri, sinema adına Oscar’dan başka ağzından söz çıkmayan yorumcular ve yazarlar bir hafta daha konuşmayı sürdürecek ve olayı ne kadar iyi bildiklerini size kanıtlamakla zamanınızı alacaklar. Hollywood ve Oscar için harcadıkları çabanın onda birini ötekiler için harcamayı çok sayarak!

 

Söylediğim gibi, siz bunları okurken 2003 yılının Oscar ödülleri açıklanmış olacak. Tahminler ve sonuçlar yeniden masaya yatırılacak. Bir karış derinliğinde pek mühim analizler yapılacak ve kişisel skorlar açıklanacak. Bendenize gelince, ne tahminim ne de ayıracak zamanım var. Doğrusunu söylemem gerekirse, adayları bile bilmiyorum ve umurumda da değil. Bu yazının, acınası ve dokunaklı durumumun nedenlerini fazlasıyla açıkladığı inancındayım. Biliyorum ki daha söylenecek çok söz var. Bazı notlarımı unuttum, bazılarını da yazmak istemiyorum ama artık bu Oscar Amca muhabbetinden sıkıldım, benim kendi sinemalarıma dönmemin zamanı da geldi üstelik!