Kılavuz, 2004

Gökhan Erkılıç

 

Belleğinizi bir ad, bir kavram için ilk anda yokladığınızda önünüze hemen düşüveren imgeler vardır ya hani, işte bu işlemi tütüne uyguladığınızda bellek koridorlarınızı bir tütsü çeşnisi kaplar önce, ardından dumana boğulan çerçevenizden süzülüp gelenleri ayıklamaya çabalarsınız? Hadi durmayın, filmlerin tütünden nargileye, sigaradan puroya belleğinize neler bıraktığını bir düşünün. Önce bir konuda anlaşalım: Puroyu bütün sinemacılar içinde karizmasına, iriden öte bedenine ve ayartıcı imajına en yakışır ve en sağlam biçimde taşıyan adam Orson Welles’tir, öyle ki onu elinde sigarayla hayal bile edemezsiniz. Anlaştıysak, belleğimize kazınmış imajların izini sürmeyi sürdürebiliriz. Lütfi Akad’ın Vesikalı Yarim (1968) filminde Türkan Şoray’ı vesikasızlardan ayıran, içmeyi beceremediği duygusunu uyandıran eğretiliğiyle sigara değil mi? Ya da ağzında emzik niyetine dolaştırdığı sigaranın, alt dudağında açtığı o sigara kanalıyla Red Kit? Peki ya Halit Refiğ’in Karakolda Ayna Var (1966) filminde doğal afetliğe soyunan Fatma Girik’in ağzına pek bir güzel yakışan sigara ağızlığı? Clint Eastwood’un ağzından düşmeyen cigarlarından tüten dumanların Sergio Leone westernlerini birbirine kurguladığı düşüncesi kurgu teorisinde fantastik bir devrime yol açar mı? Humphrey Bogart’ın filmlerde kadınlarına doğrudan söyleyemediği satır arası söylemlerini sigarasının dumanına yüklediği tezime ne buyurulur?

 

Gangsterlerin öldürdükleri Baba’ların ağızlarına tıkıştırıp yakmayı da unutmadıkları puroların ‘vücuduma evet ama puroma asla dokunma’ yasasına gösterdikleri incelikli saygı sahneleri de unutulur cinsten değil! Bir de şu bizim Kızılderili dostların barış çubuğunu dolandırdıkları geleneksel törenleri çıkmaz aklımdan, hemen her zaman Hollywood tarafından aldatılmaya çalışılsam da onlardan biri gibi, hiç olmadı o çadırdaymış gibi hissederim kendimi. Western ve gangster filmlerinin olmazsa olmazıdır cigar, film-noir da ise yarattığı duman bulutuyla görsel atmosferin ta kendisidir! Filmlere bakınca, tütünün hangi ada bürünürse bürünsün, zengin-yoksul, cahil-entelektüel, beyaz-siyah ve benzeri türden ayrımları tanımadığı ortada. Buna bir de tütün endüstrisinin özellikle Amerikan ve Fransız sinemasını reklam panosu gibi kullandığı gözlemimi eklemeliyim. Dünyada Philip Morris tarafından desteklenen festival ve film haftaları olduğunu da bilmelisiniz. Evet, sigara bir statü göstergesi, bir haz nesnesi ve boşalım anlarının en yakın arkadaşıdır derken, sinemanın yalancısı olduğumu unutmayın.

 

Bu ilk çağrışımlardan sonra, sinemanın tükettiği tütüne biraz daha ötelerden ve az bilinir olan noktalardan bakalım. Tütün son yıllarda açılan davalarla epeyce büyük yaralar alsa da halen devasa bir endüstri olma özelliğini koruyor. Bazı ülkelerde yeni yasal düzenlemelerle sinema salonlarına girmesi yasaklandığı gibi, filmlere de eskisi gibi sızamıyor. Filmler, bu endüstri ürünü ve haz nesnesine, üretiminden tüketimine dek her aşamasında tanıklık ederler. Dünyaca ünlü Habana purolarının öyküsünü Tomas Gutierrez –Strawberry and Chocolate- Alea’nın El Arte del Tabacco (1974, Küba) belgeselinde öğrenmiş ve onların bir tütün işleme atölyesinde çalışan işçilerin ellerinde adım adım ortaya çıkışlarına tanıklık etmiştim. Üretimi yapılan tütün ürünleri dünyanın dört bir yanına yayılıyor, yerleştikleri raflarda ve albenili paketleri içinde nasiplenecekleri ağızları beklemeye koyuluyorlardı. Görünen o ki bu bekleyiş uzun sürmüyordu. Alıcılarıyla buluştukları yerlerden biri de Wayne –Chinese Box- Wang’ın Smoke (1995, ABD) filminde bir Paul Auster adamına dönüşmüş olan Harvey Keitel’ın tütüncü dükkanıydı. Yaşam kırıklıkları yalnızlıklarına, yalnızlıkları yaşam kırıklıklarına yansımış üç erkeğin dumanlı dünyası için vazgeçilmez bir yer olan bu tütüncü dükkanı onların yaşam alanı, buluşma noktalarıydı. Tütünün birleştirici ve paylaşımcı rolüne dikkat buyurun! Bu nefis filmin senaryo ve yapım-yönetim aşamaları emin olun ki bir duman bulutu altında gerçekleşmiştir. Biraz öncekilere tütünün yaratıcı rolünü de ekleyin lütfen!

 

Sigaralarımızı dükkandan alıp çıktığımıza göre, dumandan göz gözü görmez sohbetlerimize artık başlayabiliriz. Bu noktada herşeyi özetleyen bir kısamız, daha doğrusu Coffee and Cigarette (1986-89-93, ABD) ortak adıyla bir seri oluşturan kısalarımız var. Hepsinin yönetmeni Jim –Stranger Than Paradise- Jarmusch. Sigarayı tesadüfi karşılaşmaların ilk anında soğukluğu eriten ve sohbete kapı aralayan bir araç olarak kullanan yönetmen, bu yaklaşımla sigaraya iletişim alanında yüksek lisans yaptırıyor. Bu, işin eğlenceli ve bireyci çıkarımlara dayalı boyutu ama tek boyutu değil. Bunun karşısına sigaraya toplumsal sorunların değişmez göstergesi olarak bakan bir anlayışı koymak mümkün. Çok sayıda filmin arasında Bruno Stagnaro ve Adrian Caetano’nun ilk filmleri olan Pizza, Beer, Smokes (1997, Arjantin) öne çıkıyor. Geleceği olmayan, günü çalıp çırparak kurtaran bir kuşağın öyküsünü anlatan film, tek eğlencesi birayı sigaraya, sigarayı biraya katık etmek olan gençliğin dramını gözler önüne serer. Yüzyıl başında Arjantin’de yaşanan seri krizler düşünüldüğünde, filmin yaptığı toplumsal analizle geleceği görmek gibi güç bir işi başardığı da ortada. Bu noktada, sigara tüketiminin ulaştığı boyutun, gerek bireyin mutsuzluğu gerek toplumun huzursuzluğu açısından ortaya bir veri koyduğu düşünülmeli. Sinemanın tanıklıklarının dikkate alınması gerektiği bir kez daha ortaya çıkıyor.

 

Konumuz açısından, entelektüel sinema adına söz alan yönetmen Alain –Hiroshima, Mon Amour- Resnais olacak. Sigaranın öyküleme tekniği açısından hareket noktası olarak işlevselleştirildiği Smoking – No Smoking (1993) adlı interaktif ikizlerinde, deneysever karakterini bir kez daha sözhakkı veriyor Resnais. Ama hiç mi hiç iyi yapmıyor. Sabine Azema’nın sigarayı içmek veya içmemek doğrultusunda vereceği kararın, çok yönlü ve değişken finalli bir anlatı yapısı kurması ve öykü akışının kontrolden çıkması, seyircide de kontrol yitimine neden olarak dayanılmaz bir sigara içme isteği uyandırıyor. Ters bir bakış: Çileden çıkma noktasındaki seyirci, hatta bugüne kadar ağzından sigarayı hiç düşürmemiş olanlar bile, bir daha ne sigara içmeyi ne de film izlemeyi göze alır mı dersiniz? Resnais, bu açıdan bakıldığında, ne denli etkili ve güçlü bir yönetmen olduğunu kanıtlamak istemiş olabilir mi?

 

Tütünün sinemaya yansıyan görüntü ve öykülerinden bir derleme okudunuz. Bazı karakterlerin sigarayla yere daha sağlam bastığı da, sigara içmenin kimi durumlarda somut göstergeler sunduğu da, hatta bazen işleri kolaylaştırıp samimiyeti kurduğu da, hepsi ama hepsi gerçek. Ancak bu gerçek perdenin hep öte tarafında kalsa, ne de güzel olacak!