Hayallerin Peşinde Durmak

Burcu Atahan
 


Mezopotamya Denizi (Méhak)

Yönetmen: Erdim Dalgıç

2006/10’/Türkiye


Mezopotamya Denizi yaşadığı yörenin gerçekleri ile kendi hayalleri arasında sıkışmış bir kadının gerçekleri kabullenerek yaşamını sürdürme çabasının anlatmakta. İçine doğduğumuz dünyayla kuşatılmışlığımızın bire bir resmini çizmiştir Erdim Dalgıç. İşte bu noktada Mezopotamya Denizi hayallerin gerçekleşip gerçekleşmeme ayrımında bizlerden bağımsız davrandığını ortaya koyar. Çünkü insan doğada tek başına var olan bir varlık değildir. Ne çevresinden ne yaşadığı yöreden kendini soyutlayarak var olamaz. Kendini tanımladığı, “ben”i gördüğü yer “öteki”dir. “Öteki”, “ben”i dönüştürecek benzeştirecek olandır. Dolayısıyla “ben” ya uyum sağlayacak ya da çatışacaktır. Çatışma ise dışlanmayı ve yok olmayı getirir.

Filmdeki kadın kahramanımız hayalleri için mücadele etmemeyi seçer. Hadra küçükken, uzakta olan babasının gönderdiği resimdeki gökyüzünü deniz sanır. O gün bir tutku öyküsünün başladığı gün olur. Hayali bir kez olsun denizi görmektir. Yıllar sonra güvercinler aracılığıyla haberleştiği adam onu denize götürme vaadiyle kandırır. Akşam deniz olarak gördüğü yerin sabah uçsuz bucaksız bir ova olduğunu gören Hadra’nın hayalleri yerle bir olur. Bu ova Mezopotamya Denizi olarak geçen Mardin Ovası’dır. Yıllarca bu ovaya denizmiş gibi bakan Hadra’ya, zamanında annesinin söylediği “sen kendi içindeki denize kulak ver” sözü Mezopotamya Denizi’nin eskiden bir iç deniz olmasıyla birleşince Hadra’nın içindeki denizi bulduğuna inanabiliriz.

Peki, içindeki denizi bulmak hayallerini gerçekleştirmekle eşdeğer midir? Hadra’nın kızının yaptığı resme tersten bakması ve kızına da tersten bakmanın bazen doğru bakmaktan çok daha iyi olacağını söylemesi insanı kuşkuya düşürür. Kızı hayallerinin peşinden mi gitmelidir? Yoksa o da kendisi gibi değişmez kanunları kabullenerek ovayı deniz gibi görüp kaderine boyun mu eğmelidir? Bu sanki “burada yaşadığın sürece zaten hayallerini gerçekleştiremeyeceksin o yüzden mutlu olmak için hayata başka türlü bakman gerekiyor” demenin üstü örtülü ifadesidir.

Hadra’nın ve annesinin kurduğu ailenin ilişkilerine baktığımızda: Hadra’nın annesiyle babasının ilişkisinde aileden uzakta bir erkekle evin bütün sorumluluğunun kadına yüklenmişliği dikkat çekerken kendi eşiyle ilişkisinde evde ailesinin yanında ilgili-sıcak bir yaklaşımı olan ve eşiyle aynı yöne bakan bir erkek vardır. Her ne kadar nesiller arası değişim bu iki aile ilişkisinde fark edilse de bu değişim evlerin duvarlarıyla da kendini göstermektedir. Annesinin yaşadığı evin duvarları; duvarların arkasını görmenin neredeyse olanaksız olduğu bir yükseklikteyken Hadra’nın evinin duvarları dışarıyı rahatça görebilecek yüksekliktedir. Tabii bu fark bile eve hapsolmuş duvarlar arasında sıkışmış kadınlar olmalarını değiştirmemektedir. Nitekim bunu Hadra’nın deniz sandığı şeyin ova olduğunu gördüğümüz sabahki evden anlayabiliriz. Ev tamamen demirlerle çevrilidir, pencereler kapılar demirdir. Hadra bir adama kaçmıştır ve onunevine adım attığı an tutsaklığı başlamıştır. Bu kuşatılmışlıktan sıyrılma şansı yoktur. Yazgısını kabullenmelidir. Oradaki bütün kadınlar ve yazgıları Hadra’yla annesinde vücut bulmuşlardır. Yani kuşaklar arasında ne kadar dönüşüm olursa olsun sabit kalan ve aslında hiçbir değişime olanak tanımayan şeyler vardır. Çünkü bu yöredeki kadın belli kuralların içine doğmuştur. Aynı şey erkekler için geçerli olsa bile kadını sarmalayan zincirler kırılması daha zor olanlardır. Ve Hadra kızına kendi öyküsünü anlatır bir masalmış gibi. Bu masalsılık ise Doğu’nun gelenek mirasçılığını masallarla yaptığının,her şeyin masallarla meşrulaştırıldığının ve olağanlaştırılmaya çalışıldığının göstergesidir.

Bir nebze umutlanmamızı ve hayallerimize tutunmamızı sağlayansa Hadra’nın hayalleriningerçekleşeceğini düşündüğü gün deniz resmini yanına almasıdır.