Kinorama 7, 2004
Pınar Karababa, Cem Kayalıgil
Yunanca’dan Çeviren: Pınar Karababa
Mayıs ayında yapılmış olan 7. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali jürisinde görev yapan Yunan film eleştirmeni Stratos Kersanidis ile Yunan sineması üzerine birr söyleşi yaptık. Uluslarası İstanbul Film Festivali’nin de daimi jüri üylerinden olan Kersanidis, Yunan Film Eleştirmenleri Derneği’nde başkan yardımcılığı yapıyor.
Yunan Sineması’nı cunta öncesi – cunta sonrası gibi ifadelerle belirli dönemlere ayırabilir miyiz? Eğer ayırabiliyorsak, yönetmen ve film isimleri vererek bu dönemleri bize tanıtabilir misiniz? Bugünkü Yunan Sineması sizce nasıl bir yerde duruyor?
İlk dönemin 1930’a kadar sürdüğünü söyleyebiliriz, öncülerin dönemi. O zamanın önemli isimleri Manakia Kardeşler’di. Bundan sonraki dönem ise 1931-1940 yılları arasındaki dönem. Bu dönemin önemli bir filmi, Orestis Laskos’un Dafnes ve Chloe’si (1931). Bu dönemde çekilen filmler önemli sayılamayacak, halk temalı, genelde 1821 Yunan İhtilali ile ilgili halk öykülerinden oluşan filmlerdi. Bu dönemdekilere benzer bir biçimde bir sonraki dönem olan 1941-1945 arasında, 2. Dünya Savaşı ve Alman işgalinin olduğu yıllarda çekilen filmler de önemli filmler değildir. Yunan Sineması özellikle 4. dönemde, 1946-1967 arasında, kendini göstermeye başlamıştır. Bu oldukça uzun, 1967’ye yani Yunanistan’da diktatörlüğün ilan edildiği zamana kadar süren bir dönemdir. Dram ve komedi başta gelmek üzere çok sayıda filmin çekildiği, ticari sinemanın geliştiği, çekilen bin tane çok da iyi olmayan filmin arasından bazı iyi örneklerin göze çarptığı yıllardır. Bu dönemde büyük bir yapımcı ortaya çıktı: Yunanistan’da uzun yıllardır varlığını sürdüren en büyük yapım şirketlerinden bir olan Finos Film’in sahibi Filopimin Finos. Yine bu dönemde önemli yönetmenler tarafından çok önemli filmlerin çekildiğini görüyoruz; mesela Nikos Koundouros’un The Ogre Of Athens adlı filmi (O Drakos, 1956).
Ardından 1967’den 1974’e kadar diktatörlüğün hüküm sürdüğü döneme geçildi. Bu dönem içinde çekilen filmler genellikle komediler, müzikaller, dramlar ve milliyetçi yapıdaki filmlerdi. Ancak böylesine zor bir ortamda, 1970’li yılların başında Theo Angelopoulos tarafından çekilen Reconstruction (Anaparastasi, 1970) adlı filmle Yeni Yunan Sineması doğmuş oldu. AleksisDamianos’un Evdokia’sı da (Eudokia, 1970) yine bu dönemin önemli filmlerinden birisidir.Yeni Yunan Sineması dönemi, diktatörlükten sonra da 1990’a dek sürmüştür. Bunun ilk yıllarında, diktatörlük döneminin çok öncesinden beri süregelen baskının kalkmasıyla çok sayıda siyasi film çekilmiştir.
Yeni Yunan Sineması’nın birkaç önemli filmine değinecek olursak, Theo Angelopoulos’un Kumpanya’sı (Thiasos, 1975) ile PantelisVoulgaris’in The Engagement of Anna (To Proksenio Tis Annas, 1972) adlı filmlerini sayabiliriz. Dönemin diğer önemli yönetmenleri arasındaysa Costas Ferris, Lakis Papastathis, Nikos Nikolaidis, Yorgos Tsemberopoulos, Frieda Liappa, Tonia Marketaki, Nikos Papayotopulos, Yorgos Panousopoulos ve Nicos Perakis vardır.
1985’e kadar her şey yolunda gitti. Ancak video ve televizyonun yayılmasıyla önceden sinyallerini aldığımız bir kriz patlak verdi. Çekilen film sayısı senede 4-5’e kadar düştü. Böylece Yunan Sineması gücünü kaybetmeye başladı. 1985’ten 1990’a kadarki dönemde ortaya çıkan yeni yönetmenler, siyasi konular dışındaki konularla ilgilenir oldular.
Tabii ki krizin etkisi bugün de varlığını sürdürüyor ancak diyebiliriz ki 2000’li yıllara gelindiğinde sinemada bir patlama oldu ve yeni yapım şirketleri ortaya çıktı, çok sayıda film yapılmaya başlandı ve bunlardan bazıları iyi gişe hasılatı yapan filmler oldu. Şu an için yılda 15 kadar film çeken ve bu filmlerinden 5-6’sı iyi hasılat yapan bir Yunan Sineması’ndan bahsetmek mümkün. Fakat bu filmler iyi olmakla beraber, bir değişim getirebilecek filmler değiller. Constantinos Yannaris, Sotiris Goritsas, Pericles Hoursoglou, Katerina Evangelakou ve Nikos Grammatikos bu dönemin sayabileceğimiz önemli isimleri arasındadır.
Kanımca bugün Yunan Sineması’nın durumu bundan ibaret. Çok sayıda filmin çekilmesi ve bunların gelir getiren filmler olması güzel bir şey, çünkü bu, sinema açısından sistemin iyi işlediğine ve birkaç yıl öncesine kadar öldüğünü sandığımız Yunan Sineması’nın dirildiğine dair bir işaret.
Yurtdışında adını duyuran genç Yunan yönetmenlerden kimlerin adını anmak istersiniz?
Yurtdışında tanınan çok sayıda Yunan yönetmen yok. Uluslararası festivallerde bazı yönetmenlerin filmi gösteriliyor ama bunlar sonradan o ülkelerin sinemalarında gösterime girmiyorlar, sadece festivallere giden sinefiller tarafından tanınıyorlar. Bu yüzden yurtdışında adını duyuran yönetmenlerden bahsedemeyeceğim. Yurtdışında fazla tanınmamanın sebebi bence yönetmenlerin iyi filmler çekmelerine rağmen ilgi çekici işlere girişmemeleri. Uluslararası festivallerde tanınan tek yönetmenimiz Angelopoulos.
Peki Angelopulos’tan sonra Yunan Sineması’nda oluşabilecek durum üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Hala Angelopoulos’un içinde bulunduğu, film çektiği dönemde bulunuyoruz. Buna rağmen güçlü bir tarzı olan ve ileriki yıllarda bir yenilik getireceklerine inandığım yönetmenler ortaya çıktı. Ancak bu yönetmenler Angelopoulos’tan çok Avrupa sinemasının, mesela Fransız, İngiliz Sineması’nın ya da Amerikan Sineması’nın iyi örneklerinin etkilerini taşıyorlar. Bir örnek vermek gerekirse bence şu an Yunanistan’daki en önemli yönetmen İngiltere’de okuyup ilk filmlerini orada çekmiş olan ve son yıllarda da Yunanistan’da çektiği birkaç filmi olan Konstantinos Giannaris. Kendine özgü bir stile sahip, sosyal konularla ilgili, çok güçlü, Angelopoulos’un aksine çok hızlı akan filmleri var. İnsanların toplum içindeki yeri, göçmenlerin Yunanistan’daki konumu ile ilgili filmler çekiyor.
Yunan sinema tarihinin en iyi 10 filmi size göre nedir?
On değil, on iki, hatta daha fazla isim vermek mümkün: Yorgos Javellas - The False Lira (Kalpiki Lira, 1955), Nikos Koundouros – The Ogre of Athens (O Drakos, 1956), Theo Angelopoulos - Reconstruction (Anaparastasi, 1970), Aleksis Damianos - Evdokia (Eudokia, 1970), Takis Kanellopoulos - Sky (Uranos, 1962), Pantelis Voulgaris – The Engagement of Anna (To Proksenio Tis Annas, 1972), Michalis Cacoyannis – Stella (1955), Nikos Nikolaidis– Sweet Gang (GlikiaSimmoria, 1983), Vasilis Gheorghiadis – The Red Lamps (Ta Kokkina Fanaria, 1963), Costas Ferris – Rembetiko (Rebetiko, 1983), Theo Angelopoulos – Kumpanya (Thiasos, 1975), Grigoris Grigoriou – Bitter Bread (Pikro Psomi, 1951).
Yunan sineması dışa açılma ve dış satım hususunda ne tür politikalar üretiyor? Film yapımıaşamasında etkin olduğunu gördüğümüz devletin bu konudaki çalışmaları ne kadar etkili?
Uzun yıllardan beri filmlerin çoğunun dışa açılmasında rol oynayan kuruluş Yunan Sinema Merkezi’dir. Birçok film Yunan Sinema Merkezi ile ortaklaşa yapılır. Bu devlet destekli bir kuruluştur, her yıl toplanan bir kurul gelen senaryoları değerlendirir ve hangilerine destek verileceğini belirlerler. Yalnız bu kurulda bulunanlar devletle ilgili kimseler değil de eleştirmenler, yönetmenler gibi sinema ile ilgili insanlardır. Fakat verilen maddi destek genelde yeterli olmadığı için yönetmenler Avrupa Birliği gibi örgütlerde bulunan programlara başvurarak maddi destek sağlarlar veya başka ülkelerle ortak yapım gerçekleştirirler.
Yunanistan’daki sinema eğitiminin bugünkü durumu nedir? Yunanca veya yabancı bir dilde eğitim veren sinema kurumları var mı?
Bu acılı bir hikaye. Yunanistan’da üniversitelerde sinema ile ilgili bir bölüm yok. Uzun yıllardır, sinema ile ilgili insanlar olarak bunu talep ediyoruz, hükümetler her sene söz veriyorlar ancak bugüne kadar hiçbiri sözünü tutmadı. Atina’da iki tane özel sinema okulu var, üniversite düzeyinde değil orta düzeyde eğitim veriyorlar; dersleri üç sene sürüyor. Bu yüzden insanlar ekonomik durumları yeterliyse yurtdışındaki üniversitelerde okumaya gidiyorlar ya da yönetmenlerin yanında çalışarak sinema yapmayı öğreniyorlar.
Ülkenizde sinema yayıncılığının durumu nasıl?
Yunanistan’da bugün film eleştirisiyle ilgili ciddi yayınlar yok. ‘70’li yıllarda çok sayıda vardı. Sadece Sinema diye bir dergi var fakat teoriyle ilgili bir dergi değil daha çok sezon filmleriyle ilgili yazılar çıkıyor. Bir de internette çıkan bir dergi var, ismi Sinema ve İletişim (Kinimatografos ke Epikinonia). Bence varolan tek ciddi dergi bu, bunun dışında hiçbir şey yok. Ayrıca gazetelerde bazı ciddi sinema eleştirisi köşeleri var fakat son yıllarda gazetelerin imtiyaz sahipleri bizden ciddi eleştiriler yerine dedikodu yazmamızı istiyorlar.
Şu an Yunanistan’da iki grup eleştirmen var: birinci grupta film eleştirisini ciddiye alıp niteliklerini korumaya çalışan insanlar yer alıyor. İkinci gruptakiler ise genç gazeteciler ve -bunun kötü bir şey olduğunu söylemiyorum ama- eleştiri yapmak yerine röportaj yapmayı, hangi filmde kimin oynadığını, filmlerin maliyetini ve ne kadar gişe hasılatı yaptığını yazmayı seçiyorlar. Film eleştirisinin ciddi bir şekilde yapılması konusunda Yunan Film Eleştirmenleri Derneği (Panellinia Enosi Kritikon Kinimatografu) çaba sarf eden bir örgüt.
Zorluklarla karşılaşıyor ancak çaba sarf etmeye devam ediyor.
Ayrıca her yıl Selanik Film Festivali için önemli yayınlar çıkarılıyor. O sene hangi yönetmenin onuruna veya anısına özel bir bölüm gerçekleştirilecekse o yönetmenlerin filmleriyle ilgili bilgilerin ve eleştirilerin toplandığı kitaplar basılıyor. Bunun yanı sıra bizim derneğimiz de (Yunan Sinema Eleştirmenleri Derneği-PEKK) içinde bir önceki senenin bütün filmleriyle ilgili eleştirilerin ve sinema ile ilgili çeşitli teorik konuların yer aldığı bir almanak çıkarıyor.
Bir film eleştirmeni olarak son dönem dünya sineması üzerine (egemen sinema ve ulusal sinemalar bağlamında) neler düşünüyorsunuz?
Sanıyorum sinemanın bir geleceği var ve bu iyi bir gelecek. Sinemanın bittiğine değil aksine henüz tarihinin başında olduğuna inanıyorum. Eğer gelişen yeni teknolojileri filmlerde iyi kullanabilirsek sinemanın gelişmesine de katkıda bulunabiliriz.
Ancak tabii bugün ciddi bir durum var, Holywood’un yıkıcı etkisi. Görüyoruz ki ulusall sinemalar bu yüzden yok olma tehdidiyle karşılaşıyorlar. Ancak sanırım yavaş yavaş bu durumun üstesinden gelmeye başladık. Şu an bir çok ülkede insanlar Amerikan filmlerini izlemeyi tercih ediyorlar. Bunun sebebi açık: Amerikan Sineması’nın maddi gücü çok büyük, bir film gösterime girmeden aylar önce reklamını yapmaya başlıyorlar. Ama örneğin bence çok iyi bir yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan Cannes Film Festivali’nde ödül almış bir film yapsa da aynı ölçüde filminin reklamını yapamıyor. Başka bir deyişle aynı maddi imkanlar onun elinde olsaydı, bugün Truva filmi hakkında değil onun çektiği filmler hakkında konuşuyor olurduk.
Buna ek olarak insanların düşünmesine olanak vermemeye çalışan bir sistem var. Sinema, kitaplar, televizyon, dergiler hepsi bir yerde bu sisteme hizmet ediyor. En çok da eğitim sistemi bunun üzerine kurulu. Bizleri sadece bir işte uzmanlaşmış ve hayatı bu işten ibaret olan insanlar yapmak istiyorlar. Hepsi sistemin çıkarı, kar sağlaması için yapılıyor. Sinemayla uğraşan insanlar olarak film çekerken, eleştiri yaparken buna karşı direnmemiz gerekiyor. Ve sanırım bu direnişte ufak yengiler elde etmeye de başladık. Örneğin Fransa sineması, İngiliz Sineması, İspanyol Sineması buna örnek. İran ve Çin Sineması da bu konuda bir karşı çıkış ortaya koyuyor.
Film eleştirisinde tercih ettiğiniz bir eleştiri türü var mı (Marksist, ideolojik, feminist vb.)?
S.K: Eleştirmen olarak ideolojik bir yaklaşımım var. Bu yaklaşımın sol hatta Marksist bir bakış açısıyla oluştuğunu söyleyebilirim ama asla dogmatik değil. Örneğin ideolojik bir niteliği olmayan bir Amerikan filmi izlerken, Kill Bill diyelim mesela, filmin iyi yönetilip yönetilmediğinin dışında önyargıyla bir şeyler bulup çıkarmaya çalışmam. Ama genelde sosyal içerikli, insanların günlük yaşamına politik açıdan yaklaşan filmler seyretmeyi tercih ederim.
Türk sinemasının izlediğiniz örneklerini göz önüne alarak tarihsel gelişimi üzerine bize neler söyleyebilirsiniz?
Tarihsel gelişim üzerine fazla bir şey bilmiyorum ancak 1970’lerde Yunanistan’da dönemin ticari Türk filmlerini izlerken Türk Sineması ile ilgili yerleşmiş bir görüşüm yoktu; ta ki 1975’te Yılmaz Güney’in filmini seyredene kadar. Daha sonra Selanik’teki ve İstanbul’daki festivallerde başka Türk filmleri izledim ve sanıyorum ki Türkiye’de bazı önemli yönetmenler var. Mesela her iki filmini de çok beğendiğim Nuri Bilge Ceylan; bu yıl Uçan Süpürge Film Festivali’nde de bir filmi yer alan Yeşim Ustaoğlu; önceki filmini de izleyip beğendiğim, diğerleri gibi çok iyi bir yönetmen olduğunu düşündüğüm Derviş Zaim ve son filmini çok beğendiğim Zeki Demirkubuz. Bu isimleri hatırlıyorum çünkü beni etkilediler. Bu yönetmenlerin ileride sinemaya yenilik getirecek yönetmenler olduğunu düşünüyorum. Tabii iyi olmayan Türk filmleri de izledim ama bu zaten her ülke için geçerli bir şey.
Efharistume ya toreportaz! (Söyleşi için teşekkür ederiz)
Efharisto ke ego. (Ben teşekkür ederim)