slavoj žižek
encore yayınları
çev: sabri gürses
2009/93 sf.
Gökhan Gökdoğan
Lacan ve Hegel tartışmayı yaşam biçimi haline getirmiş ünlü Slovak düşünür Slavoj Žižek’in Hitchcock sinemasını ele aldığı ve onun sinemasının büyüsünü açıklamaya çalıştığı, bu sırada Shakespeare’den Orwell’e, Bentham’dan Dickens’a ve Wagner’den Lacan’a çeşitli yaratıcılar ve düşünürlerle paslaştığı çalışma.
Eserin bir bölümünde, Hitchcock’un bir öyküden yola çıkarak buna sinemasal bir dil oluşturmadığını, aksine kendini esir alan bazı imgeleri hayata geçirebilmek için öykü yazdığını söyleyerek söze başlayan Žižek, bu imgelerin kökeninde yatan libidinal enerjiyi Lacan’dan aldığı destekle masaya yatırıyor. Bu sırada Wagner’in operalarındaki ve Stalin’in son anlarındaki Hitchcock’la yüzleştiriyor bizi.
Nasıl ki Dickens, romanlarında kullandığı, paralel kurgu ve sinemadaki yakın çekime denk düşen öğelerle, sinematografiden önce sinemayı düşleyen adam olarak anılıyor ise, Hitchcock da filmlerindeki çoklu sonlar ile (iki farklı sonun diyalektik bir sonucu olan asıl final) günümüz dijital evrenini önceden haber veren sanatçılar arasında gösteriliyor.
Kayıp bakış bölümünde ise, Žižek, Hitchcock’un içindeki Lacan’ı bir kez daha gün yüzüne çıkarır. Roma döneminde, eski su kemerlerinin üzerinde bulunan heykellere, yer seviyesinden gözükmeyeceğini bile bile, ince ince işlemeler yapan, o olanaksız bakışın (Žižek’e göre fantazmatik bakış) bağımlıları gibi, Hitchcock filmlerini izleyen bizlerin de Lacan’cı bakış kuramı uyarınca (izleyen özneye karşılık nesnenin bakışı), bu yüce deneyimini yaşadığımızı iddia eder Žižek.
Žižek eserde yer yer sinema tarihindeki Hitchcock yeniden yapımları ve Hitchcock sinemasına saygı duruşu içeren sahneler üzerinden, ideal bir ‘Hitchcock yeniden yapımı’nın kendince nasıl olması gerektiğini de irdeler.
Kitap, Malevich’in ünlü siyah kare tablosu misali, Hitchcock filmlerindeki, bizi suçlarımızdan kurtardığını sandığımız o farklı ontolojik düzene geçiş olarak hizmet eden siyah kareleri düşünmemizi sağlar. İşte tam da bu sırada Hitchcock filmlerinde, bizi filme bağlayan o özenle kurulmuş olay örgüsünden çok daha fazlasının olduğunu bir kez daha fark ederiz.
Žižek’in özellikle Psycho (1960) filmi üzerine yaptığı açılımlar kitabın en keyifli bölümleri. Farklı disiplinler arası yaptığı geçişlerle zenginleşen bu Žižek-Hitchcock-Lacan birlikteliğinden ağzımızda kalan son tat ise, Psycho filmindeki Bates Motel’in mimari yapısı ile ilgili, yine Žižek’in sinema ile bambaşka bir alanı bir araya getirdiği iddia oldu: ‘Eğer Bates Motel, Norman’ın annesinin eski evi ile düz modern motelin doğrudan melez bir yeni tasarımı halinde birleştirilmesiyle inşa edilmiş olsaydı, Norman’ın kurbanlarını öldürmesine gerek kalmayacaktı.’